Antalya’da sonbaharın gelmesiyle edişeler de arttı. Sonbahar ve kış aylarında yaşanan yağışlar nedeniyle Antalya’da geçtiğimiz yıllarda hayat durma noktasına gelmişti. Mevcut altyapı yetersizliği tartışma konusu olaya devam ederken Çevre Mühendisleri Odası Antalya Şubesi eski Başkanı Cem Arüv ’den uyarı geldi. Arüv, doğal drenaj sistemlerinin kentleşmeyle birlikte büyük ölçüde yok olduğunu ifade etti. Bu kapsamda yok olan doğal drenaj kanalları sel ve taşkınlara neden olduğunu aktaran Arüv, mevcut altyapının yetersizliğine değinerek can ve mal kayıplarının önlenmesi için acil önlemlerin alınması gerektiğini ifade etti.
“ŞİDDETLİ YAĞIŞLARDA SEL VE TAŞKINLAR MAL VE CAN KAYIPLARINA YOL AÇIYOR”
Sonbaharın gelişiyle birlikte yağmurların gelmesini beklediklerini aktaran Arüv, suya olan ihtiyacın artmasıyla yağmur sularının etkin bir şekilde yönetimi giderek önem kazandığını ifade etti.
Ancak kentleşmeyle birlikte doğanın doğal drenaj sistemleri büyük ölçüde zarar gördüğünü söyleyen Arüv, konuşmasında şu sözlere yer verdi:
“Özellikle betonlaşma, şiddetli yağışlarda sel ve taşkınlara sebep olarak ciddi mal ve can kayıplarına yol açıyor. Antalya örneğinde, geçmişte doğal drenaj hatları vardı; Kadın Yarını, Sanat Okulu çevresi ve Tal Oto bölgesi gibi yerlerde suyun toplanıp yönlendirilmesine olanak sağlayan bu alanlar, zamanla yapılaşmanın etkisiyle kapanarak işlevini yitirdi.”
“ŞEHİR PLANLAMASININ BU ALTYAPIYA UYGUN OLMALI”
Antalya genelinde 23 farklı yağmur suyu drenaj hattı inşa edilmiş olsa da doğal drenaj sistemlerinin yok edilmesi nedeniyle sorun tam anlamıyla çözülmediğini aktaran Arüv, “Bunun yanı sıra şehrin coğrafi yapısı da dikkate alınmalı. Örneğin, şehir batıdan doğuya doğru bir eğime sahip olduğu için üst platoya düşen yağışlarla alt platonun aldığı yağış arasında farklı değerlendirmeler yapılması gerekiyor. Bu bağlamda kuşaklama kanallarının oluşturulması ve şehir planlamasının bu altyapıya uygun şekilde düzenlenmesi oldukça önemli” diye konuştu.
Sağlıklı bir kent yaşamı için yüzey suları ve yer altı kaynaklarına uyumlu bir planlama şart olduğunu söyleyen Arüv, “Avrupa ülkelerinde doğal dereler genellikle korunmuş durumda ve bu alanların çevresinde koruma bölgeleri bulunuyor. Ne yazık ki, bizdeki durum oldukça farklı. Türkiye’de derelerin üzerine şehir kurulmuş ve bu durum, su yönetimini daha karmaşık bir hale getiriyor. Yağmurun şehirde çevresel kirliliğe yol açması ise ayrı bir sorun. Yağışlarla birlikte sokaklara atılan çöpler, doğrudan denize taşınarak ekosistemi olumsuz etkiliyor. Bazı bölgelere ızgaralar yerleştirilmiş olsa da plastik ve yüzeyden gelen kirler deniz suyunun rengini ve sağlığını bozuyor. Bu nedenle kuşaklama kanallarının uç noktalarına dolu savakların kurulması gerekiyor” diye konuştu.
“SUYUN DEPOLANMASI CİDDİ RİSKLER TAŞIR”
“Burada biriken teressubatın filtrelenmesiyle ancak duru su denize ulaşabilir” diyen Arüv, ayrıca yağmur sularının bekleme havuzlarında mikroorganizmik aktiviteler nedeniyle doğrudan arıtılmadan kullanılamayacağı unutulmaması gerektiğini hatırlat. Arüv, “Yağmur suyu hasadı ise tek başına bir çözüm sunmamaktadır; sadece kısa vadede bir iyileştirme sağlayabilir. Çünkü yağışlar genelde ani, yoğun ve kısa süreli olur. Bu tür suyun depolanması ciddi riskler taşır. Eğer depolama yapılacaksa mutlaka arıtma ve dezenfeksiyon sistemlerinin devreye alınması gereklidir” ifadelerini kullandı.
“BÜYÜK YAĞMUR SUYU KANALLARI İNŞA EDİLMELİ”
Özellikle traverten zemin üzerine kurulu Antalya gibi şehirlerde sel ve taşkın riski zaten oldukça yüksek olduğunun aktaran Arüv, “Bu tehdidi minimize etmek için büyük yağmur suyu kanalları inşa etmek ve kuşaklama kanallarını tasarlayıp uygulamaya geçirmek zorunludur. İklim değişikliğinin sebep olduğu aşırı yağışlarla mücadele etmek için bu tür projelerin hızlı bir şekilde hayata geçirilmesi büyük önem taşıyor. Aksi takdirde her yıl sel felaketleriyle karşı karşıya kalmamız kaçınılmaz olacaktır” diyerek sözlerine son verdi.