Türkiye, kurulduğundan günümüze birçok kez ekonomik olarak inişli çıkışlı bir grafik karşımıza çıkıyor. Sanayi hamleleriyle başlayan, darbeler, enflasyon, IMF ile masaya oturulan, krizlerden güçlenerek çıkılmayan bir öykü bu…
“İstikrar” sözcüğü bir türlü yerine oturmuyor. İnsan ülkesinin gelişmesi ister ancak bizim ülkede bu işler pek öyle yürümüyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Osmanlı’dan kalan borçlar, savaş yorgunu bir ekonomi ve sıfıra yakın sanayi altyapısı vardı. Atatürk’ün kalkınma politikası Türkiye’yi büyüttü. Bu süreç Atatürk’ün sonsuzluğa gitmesiyle tam tersi bir yön izlemeye başladı.
1950’li Demokrat Parti dönemiyle birlikte ekonomide liberal politikaların ağır bastığı yıllardı. Tarım gelişmiş, Marshall ile yükselme başlanmıştı ancak ekonomik göstergeler ise tamamen bozulmuştu. İlk devalüasyonu yaptı, Dolar 2.8 TL’den 9 TL’ye çıkmıştı. O gün bugündür bu döviz meselesi hep başımızın belası oldu zaten.
1970’ler ekonomi tam bir kaos dönemiydi. Petrol krizleri, siyasi düzensizlik derken enflasyon aldı başını gitti. 1980’ler gelirken 1980 darbesiyle bu süreç taçlandı resmen. Türk Lirası bir türlü kendine gelemedi.
1990’lı yıllarda Özal sonrası dönem ekonomik krizler peş peşe geldi. 1994 krizi, 1999 depremi derken asıl fırtına 2001 yılında yaşandı. 2001 krizi, modern Türkiye’nin gördüğü en derin ekonomik çöküş oldu. 2002 yılı sonrası için ekonomi için ciddi atımlar atıldı. 2013 yılında dış politikaların dalgalanmasına kadar sürdü.
Pandemiden önceki dış politikadaki yanlış kararlarla dolar yavaş yavaş yükseldi. Pandemiden sonra ekonomi artık tamamen bozuldu. Şu an düzeltilmeye çalışılıyor ancak bir türlü olmuyor çünkü siyasiler bir türlü düzgün bir iş yapmıyor. Oturun, düşünün edin yok.
Bir an önce güzellerde görüşmek dileğiyle…