NATO’nun 2025 Zirvesi, Abraham Anlaşmaları ve İran-İsrail Savaşı gibi konular, Ortadoğu’da ve uluslararası arenada güç dengelerinin nasıl şekillendiğini anlamak açısından kritik bir çerçeve sunuyor. Bu yazıda, söz konusu üç başlığın bölgesel ve küresel etkilerini irdelemeye çalışacağım.
Ortadoğu, tarih boyunca enerji kaynakları, ticaret yolları ve stratejik konumu dolayısıyla uluslararası güç mücadelelerinin odağı olmuştur. Günümüzde ise bölge, Yeni Dünya Düzeni arayışında hem bölgesel hem de küresel güçlerin merkezine yerleşmiştir. NATO’nun 2025 Lahey Zirvesi, Abraham Anlaşmaları ve İran-İsrail savaşı gibi gelişmeler, Ortadoğu'daki dengeleri köklü bir şekilde yeniden şekillendiren unsurlar olarak öne çıkmaktadır.
NATO’nun 2025 Zirvesi ve Kalıcı Savaş Ekonomisi
Hollanda’nın Lahey kentinde düzenlenen NATO 2025 Zirvesi, dünya siyasetinde kritik bir dönüm noktasına işaret etti. Zirvede, ABD’nin başlıca küresel emperyal güç olduğu bir kez daha teyit edilirken, NATO üyeleri, gayri safi yurt içi hasılalarının (GSYİH) en az %5’ini savunma harcamalarına ayırma kararı aldı. Bu adımla NATO, kalıcı bir savaş ekonomisine dönüşme yolunda ilerlerken, Türkiye de bu kararı onaylayarak ittifakın savaş politikalarının bir parçası haline geldi.
Böyle bir ekonomiye geçiş, küresel çatışmalara hazırlık anlamına gelirken, bizim gibi ekonomik krizin pençesindeki ülkelerde yıkıcı etkiler yaratacaktır. Artan savunma harcamaları, sağlık ve eğitim gibi sosyal hizmetlere ayrılan kaynakları azaltarak halk üzerindeki ekonomik baskıyı daha da artıracaktır. Ayrıca, bu sürecin demokratik yöntemlerle yürütülemeyeceği aşikârdır. Muhalif seslere yönelik baskılar artacak ve otoriter uygulamalar yaygınlaşacaktır.
Abraham Anlaşmaları ve Ortadoğu’da Yeni Bir Dönem
Üç semavi din arasında barış, kültürel diyalog ve iş birliği söylemleriyle süslenen Abraham Anlaşmaları, İsrail’in Arap devletleriyle ilişkilerini normalleştirme hedefiyle kurulmuştur. ABD’nin öncülüğünde gerçekleştirilen ve Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas, Mısır ve Sudan’ın taraf olduğu bu anlaşmalar, İsrail’in bölgedeki etkisini artırırken İran’ın yalnızlaştırılması ve enerji yollarının yeniden düzenlenmesi gibi stratejik hedefler taşımaktadır. İsrail’in güvenliğini merkeze alan bu strateji, bölgedeki güç dengelerini İsrail lehine değiştirmiştir. Bence Abraham Anlaşmaları, Büyük Ortadoğu Projesi’nin ikinci aşaması olarak değerlendirilebilir.
İran-İsrail Savaşı
7 Ekim 2023’te Hamas’ın başlattığı saldırılar, İran-İsrail savaşını tetikleyen olaylar zincirinin başlangıcı oldu. Bu gelişme, NATO ile Çin ve Rusya’nın önderlik ettiği ittifaklar arasındaki çatışmaların bölgesel sınırları aşarak küresel bir hesaplaşmaya dönüştüğünün göstergesidir.
Bu savaş, sadece bölgesel bir mücadele değil, aynı zamanda enerji nakil hatlarının kontrolü, stratejik kaynakların paylaşımı ve bölgede çıkar alanlarının yeniden tanımlanması gibi küresel hedeflerle şekillenmektedir. Ateşkes sağlanmış olsa da, çatışmaların emperyalizmin çıkarlarına göre her an yeniden alevlenmesi olası görünmektedir.
Türkiye’nin Pozisyonu
NATO üyesi Türkiye, çatışmaların doğrudan tarafı olmasa da, ittifak stratejileriyle uyumlu bir pozisyon benimseyerek dolaylı destek sağlamıştır. Bölgesel güç olma iddiasını sürdüren Türkiye, çoklu krizlerin etkisiyle bu sürece zayıf bir şekilde yakalanmıştır. Ekonomik ve siyasi krizlerle boğuşan Türkiye, Ortadoğu’daki (Mısır, Suudi Arabistan ve İran gibi) bölgesel güçlerle hegemonya kavgası içindedir. Bu rekabet, aynı zamanda küresel güçlerin çıkar çatışmalarıyla iç içe geçmiştir. Ancak, Türkiye’nin bölgesel hedefleri ile mevcut kapasitesi arasındaki çelişkiler, kanımca bu yeni düzene ayak uydurma potansiyelini ciddi şekilde sınırlamaktadır."
Ezilen Sınıfların Barış Mücadelesi
Ortadoğu’daki hegemonya savaşlarına karşı ezilen sınıflar perspektifinden bir tutum geliştirmek hayati önemdedir. Ne emperyalist ABD ve İsrail’in ne de İran’ın yayılmacı politikalarına destek verilmelidir. Saldırıya uğrayan İran bir mazlum ülke değildir. Nükleer kapasitesi olan ve balistik füzelere sahip, emperyal politikalar güden bölgesel bir güçtür. Mazlum ülke değerlendirmesi, İran’daki faşist molla rejimin halka yaptığı baskı ve zulmün üstünü örter.
Doğru tutum; savaşa karşı çıkmak, barış için mücadele etmek ve savaşı durdurmaya çalışan muhalif güçlere destek vermektir. Bu noktada en büyük sorumluluk, savaş politikalarını sürdüren ABD ve İsrail gibi güçlere karşı çıkmak ve mızrağın sivri ucunu onlara çevirmektir. Halklar, savaşı durdurmak adına devletlerini barış politikalarını benimsemeye teşvik etme sürecinde aktif rol almalıdır. Bu süreçte, halklara düşen görev, bulundukları yerde örgütlenmek ve aktif bir şekilde mücadele etmektir."
Sonuç
Ortadoğu’daki çatışmalar, bölgesel bir savaşın ötesinde, küresel bir hesaplaşmayı yansıtan boyutlarıyla, yeni bir dünya düzeninin işaretlerini vermektedir. Bu karmaşıklıklar içinde barışı savunmak, halkların ortak sorumluluğudur. Emperyalist müdahalelere ve bölgesel otoriter rejimlere karşı mücadele, uluslararası dayanışmayı zorunlu kılmaktadır.
Savaşa karşı halkların iradesi, barışın inşasında belirleyici rol oynayabilir. Ortadoğu’da kalıcı bir barış, hegemonya savaşlarının son bulduğu ve halkların kendi kaderlerini özgürce belirlediği bir düzenin inşasına bağlıdır. Bu hedefe ulaşmak için savaşa karşı direniş, demokrasi ve eşitlik talepleriyle birleşmeli; ülke halklarının sesi her zamankinden daha güçlü bir şekilde duyulmalıdır.