“Bu olaydan bahsetme. Video var, yayarız. Annesine babana göndeririz.” Bu cümleleri bir yetişkinden duyduğumuzda bile ürpeririz. Şimdi bunları 12–13 yaşındaki çocuklar söylüyor. Birine şiddet uygulayıp ardından özel görüntülerle şantaj yapmayı “yöntem” olarak benimseyen bir nesil yetiştiriyoruz.
Türkiye’de eğitimi konuşuyormuş gibi yapsak da aslında hiçbir şey konuşmuyoruz. Her şey yolundaymış gibi sadece birbirimize yutturuyoruz.
Koskoca bir enkazın içinde herkes gözünü başka yere çeviriyor. Gördüğü halde görmüyormuş gibi davranıyor.
Okullar krizde, öğretmenler yalnız, veliler çaresiz, çocuklar ise korumasız.
Ve en acısı: Kimse bu tabloyu değiştirmek için kılını bile kıpırdatmıyor.
İşte size bir örnek:
Antalya’daki Sultan Efe Ortaokulu’nda yaşanan görüntüler yenilir yutulur cinsten değil.
Bir grup kız öğrencinin başka bir kız öğrenciyi parkta darp ettiği, yetmediği gibi, olayı kapatmak için şantaj ve tehditlere başvurduğu bir tablo…
Evet, ortaokul öğrencilerinden bahsediyoruz. Ama kullandıkları yöntemlere bakınca karşımızda çocuk değil, kötü yetişmiş bir toplumun küçük birer yansıması var.
Haber içinde yayınlanan videodaki sözleri hatırlayalım:
“Bu olaydan bahsetme. Video var, yayarız. Annesine babana göndeririz.”
Bu cümleleri bir yetişkinden duyduğumuzda bile ürpeririz. Şimdi bunları 12–13 yaşındaki çocuklar söylüyor. Birine şiddet uygulayıp ardından özel görüntülerle şantaj yapmayı “yöntem” olarak benimseyen bir nesil yetiştiriyoruz.
Peki, bu çocuklar bunları nereden öğreniyor?
Bu sorunun cevabı, toplumsal aynanın tam ortasında duruyor:
Evde görüyorlar. Sokakta görüyorlar. Sosyal medyada görüyorlar.
Siyasetin dilinde görüyorlar.
Yetişkinlerin birbiriyle kurduğu ilişkide görüyorlar.
Zorbalığı biz öğretiyoruz. Sonra da çocuklar yapınca şaşırıyoruz.
Gelelim işin resmî tarafına…
Veliler defalarca Antalya İl Millî Eğitim Müdürü Mehmet Yasin Eriş’e şikâyette bulunmuş. Okullarda yaşanan akran zorbalığının artık “SOS” verdiğini ifade edilmiş. Soru net, beklenti açık:
“Okullarda artan akran zorbalığına karşı hangi somut önlemleri aldınız?”
“Çocuklarımız tehlike altında.”
Sonuç: görünür bir önlem yok. Denetim yok. Süreç takibi yok.
Olay yaşandığında koşulsuz işletilen bir acil müdahale mekanizması hiç yok.
Kısacası: Kâğıt üzerinde her şey var, sahada değişen hiçbir şey yok.
Veliler çocuklarını her sabah okula değil, belirsizliğe gönderiyor.
Öğretmenler, okul psikolojik danışmanları bu yükün altında eziliyor.
Okul müdürlükleri rutin açıklamalarla yetiniyor.
Herkes biliyor fakat kimse çözmüyor. Bilinen kim varsa, körler sağırları oynuyor.
Şimdi sormak gerekiyor:
Sayın Millî Eğitim Bakanlığı, Sayın Antalya İl Müdürü…
Çocukların güvenliği bu kadar kolay mı gözden çıkarılabiliyor?
Bir parkta çekilen bir video bir çocuğun geleceğini karartacak güçteyse, bu sistemde en zayıf halka kim?
Çocuklar mı?
Aileler mi?
Yoksa siz misiniz?
Bir eğitim sistemi, çocuklarını koruyamadığı gün çökmüştür.
Öğrenciler şantaj kelimesinin ne anlama geldiğini ortaokulda öğreniyorsa, o düzen sadece başarısız değildir; tehlikelidir.
Ve bu tehlikenin adı “sistematik ihmal”dir.
Bugün Sultan Efe Ortaokulu… Yarın başka bir okul… Öbür gün daha da vahimi…
Bu ülke, çocuklarını kaderine terk ettiği sürece hiçbir reform, hiçbir müfredat değişikliği, hiçbir tabela yenilemesi anlam taşımaz.
Sorumluların artık susma lüksü kalmadı. Çünkü susulan her gün, bir çocuğun daha hayatı kararıyor.
Bu ülkenin çocukları şiddeti değil; güveni hak ediyor. Onları korumayan her makam, görevini yapmıyordur.
Ve o görev yapılmadığında, bunun adı sadece ihmal değildir:
Toplumsal bir suçtur.