1255 yılı Ramazanında (Kasım 1839) İstanbul’da Cerrahpaşa’da doğdu. Çankırı’dan gelerek İstanbul’a yerleşmiş, geçimini kâğıtçılıkla sağlayan, fakir fakat dürüst bir adam olan Hüseyin Ağa’nın oğludur. Ali Suâvi’nin tahsile ne zaman, nerede ve nasıl başladığı kesin olarak bilinmemekle beraber Ulûm gazetesinde bir kısmı yayımlanan “Yeni Osmanlılar Tarihi” (nr. 15, 1 Muharrem 1287, s. 892-932) adlı hâtıratında verdiği bilgilere göre Dâvud Paşa Rüşdiyesi’ni bitirdikten sonra Bâb-ı Seraskerî’de Dersaadet Yoklama Kalemi’ne girdi ve burada iki üç yıl kadar kâtip olarak çalıştı. Âdet olduğu üzere bu sırada cami derslerine de devam etti. Muhtemelen Sâmi Paşa’nın Maarif nâzırlığı sırasında açılan bir imtihanı kazanarak Bursa Rüşdiyesi’ne muallim oldu (1856). Fakat bazı uygunsuz davranışları dolayısıyla halkın şikâyeti üzerine bir yıl sonra buradan ayrılmak zorunda kaldı. 1858 yılında Simav’daki rüşdiyede ve Kurşunlu Medrese’de hocalık yaptı. Kendi ifadesine bakılırsa on sekiz yirmi yaşlarında hacca gitti. Dönüşünde yine Sâmi Paşa’nın aracılığıyla Sofya’da ticaret mahkemesi reisliği, Filibe’de rüşdiye hocalığı ve tahrirat müdürlüğü yaptı. Azledilince tekrar İstanbul’a döndü. İstanbul’da bir yandan, başta Sâmi Paşa olmak üzere şehrin o zamanki fikir muhitlerini teşkil eden bazı paşa konaklarına devam etmeye, bir yandan da Şehzadebaşı Camii’nde vaazlar vermeye başladı (1866). Henüz Muhbir’de yazı yazmaya başlamadan önce dinî ilimlerdeki vukufu ile dikkati çeken Ali Suâvi aynı zamanda kuvvetli bir hatipti ve kendisini dinleyenleri kolayca tesir altına alabiliyordu. Adı ve şöhreti kısa zamanda bütün şehirde duyuldu. Yine kendi ifadesine göre bu vaazlara ara sıra Sadrazam Fuad Paşa bile geliyordu. Cemiyetin aldığı karar doğrultusunda neşriyat yapmak üzere bir süre sonra Londra’ya geçerek orada, “Muhbir doğru söylemek yasak olmayan bir memleket bulur, yine çıkar” ibaresiyle Muhbir’i tekrar neşre başladı (31 Ağustos 1867). Ancak daha ilk sayıdan itibaren gazetenin, “Avrupa’da muvakkaten ikamet eden ve memâlik-i Osmâniyye’nin maârif-i terakkîsine çalışan bir cem’iyyet-i İslâmiyye tarafından” çıkarıldığı şeklindeki ilândan başlayarak bazı aykırı ve geçimsiz hareketleri sebebiyle cemiyet mensubu diğer arkadaşlarıyla kısa zamanda arası açıldı. Bu arada onun tesirini ortadan kaldırmak üzere Nâmık Kemal ve Ziyâ Paşa tarafından yine Londra’da Hürriyet gazetesinin yayımına başlandı (29 Haziran 1868). Bu tarihten sonra Avrupa’daki mücadelesini tek başına sürdüren Ali Suâvi Londra’dan Paris’e geçti ve Paris’te politik olmaktan ziyade ilmî ve fikrî bir muhtevaya sahip Ulûm gazetesini 21. sayıya kadar taş basması usulüyle yayımlamaya başladı (1869-1870 arasında, 25 sayı). Burada daha çok kültür tarihi, tarih, dinî konular, felsefe, eğitim ve ekonomi gibi değişik sahalarda yazılar yazdı. Ancak 1870-1871 Fransız-Alman savaşının çıkması üzerine gazeteyi Lyon’a naklederek Muvakkaten Ulûm Gazetesi Müşterilerine adıyla neşre devam etti (1870-1871 arasında, 11 sayı). Paris’te kaldığı altı yedi yıl içinde, gazeteden başka bir yandan da fikrî ve siyasî muhtevalı bazı küçük risâlelerle salnâmeler yayımladı. 1870’ten sonra Yeni Osmanlılar’la herhangi bir münasebeti kalmayan Ali Suâvi’nin 1876’da İstanbul’a dönünceye kadar kaldığı Paris’te kimlerle ve hangi çevrelerle ne gibi münasebetlerde bulunduğu yeterince bilinmemektedir. Midhat Paşa’nın azledildiği ve Meclis-i Meb’ûsan’ın birinci devresinin sona erdiği günlerde (Haziran 1877) Midhat Paşa ve meşrutiyet rejimi aleyhine yazdığı birkaç makale ile sarayın güvenini kazanan Ali Suâvi padişah tarafından Mekteb-i Sultânî müdürlüğüne getirildi. Fakat kısa zamanda okul idare ve disiplininin bozulması ve aslen İngiliz olan karısı ile okulda yatıp kalkması dolayısıyla çıkan dedikodular yüzünden bir yıl sonra bütün resmî görevlerine son verildi (16 Aralık 1877). B. Lewis, onun bu sırada Üsküdar Komitesi adıyla gizli bir cemiyet kurduğunu ileri sürerken başka araştırmacılar İngiliz ve Ruslar’la sıkı münasebette bulunduğunu iddia etmektedirler.