Antalya bir zamanlar suyun şehriydi. Düden’den çağlayan sular, Manavgat’ın coşkusu, Kurşunlu’nun serinliği… Bugünse bu güzellikler giderek yok oluyor. Yeraltı sularının çekilmesiyle şelaleler cılız akıyor, bitki örtüsü değişiyor, ekosistem çöküyor. Antalya’nın turizm cazibesi bile bu gidişle tehlikeye girecek. Çünkü turistler sadece güneşi değil, doğayı da görmek için geliyor.

Antalya’da her sitede, her apartmanda bulunan kuyuların hâlâ kullanılıyor olması, geleceğimiz için büyük bir tehdit. Denetimlerin yetersizliği, cezaların caydırıcı olmaması ve toplumda suyun değerine dair farkındalığın eksikliği, bizi hızla susuz bir geleceğe sürüklüyor.

Su kesintilerinin başlamasına ramak kaldığı bu dönemde, hâlâ havuzları doldurmak için yeraltı suyuna yönelmek, doğaya karşı işlenmiş en büyük haksızlıktır. Deniz kıyısında bir şehirde, tatlı suyla dolu havuzların varlığı sadece bir israf değil; doğamız için yazılmış bir ölüm fermanıdır.

Bu konuyu bir önceki yazımda da ele almıştım bir arkadaşım eksik kalan yere işaret etti çünkü kuyuların ruhsatlı olması gerekiyormuş. Bana ilettiği notu paylaşayım sizinle.

‘Geçtiğimiz günlerde başımıza gelince öğrendim: Devlet Su İşleri (DSİ) ekipleri bahçemize geldi ve “Kuyunuzun ruhsatı var mı?” diye sordular. Elbette yoktu. Çünkü bu kuyu, 20 yıl önce inşaat yapılırken müteahhit tarafından açılmıştı. Meğer kuyu sondajı 1960’lı yıllardan beri ruhsata tabiymiş. Bizim gibi çevredeki binaların bahçelerinde ağaçları sulamak için kullanılan kuyuların da çoğu ruhsatsız çıktı. Sonuç: Herkes kuyularını kapatmak zorunda kaldı. Üstelik 20 bin liraya varan para cezalarıyla karşı karşıya kalındı. Korkudan kapattık ama artık bahçedeki ağaçlarımızı eskisi gibi sulayamayacağız.’

Yani kuyular o kadar da keyfe keder kullanılamıyormuş neyse ki. Ama denetimler ne kadar yeterli, gizli saklı kullanım ne kadar bilinemez.

Burada asıl mesele bu. Bu kuyuların ne kadarının ruhsatlı olduğu, ne kadarının denetlendiği belirsiz. DSİ’nin zaman zaman yaptığı kontroller dışında, apartmanların ve sitelerin bahçelerindeki kuyuların gerçekten kayıt altında olup olmadığını kimse bilmiyor. Denetimlerin yetersizliği, suyun hoyratça kullanılmasına zemin hazırlıyor.

Üstelik verilen cezaların caydırıcı olup olmadığı da tartışmalı. 20 bin lira ceza, bazı bireyler için ağır bir yük olabilir. Ancak büyük oteller, siteler ya da ticari işletmeler için bu rakam çoğu zaman gözden çıkarılabilir bir bedel. Yani ceza var ama caydırıcılığı sınırlı. Oysa asıl ihtiyaç, suyun değerini kavratacak, yeraltı sularını koruyacak güçlü bir denetim ve sürdürülebilir bir politika.

Yeniden hatırlatayım. Antalya gibi şehir içinden bile denize girilen bir şehirde neden tatlı su havuzları var, hem de neredeyse deniz kenarı tüm sitelerde, oteller, moteller, apartlarda. Hatta bu yetmiyor villa tarzı tek katlılar bile havuzlu. Bu su yokluğunda nasıl bir zafiyet bu.

Turizmi gerekçe gösterenlere soruyorum, denizden su çekip bu havuzları doldurmak yerine geleceğimizi tüketmeyi neden tercih ediyorsunuz?

Deniz burnunuzun dibindeyken günde yüzlerce kişinin girdiği, klorla çeşitli kimyasallarla dolu bir suyu tercih ediyorsunuz?

Üstüne üstlük kuraklık kapımızı çalarken, yeraltı sularımız bu kadar kıymetliyken çocuklarımızın geleceğini mahvetmeyi neden tercih ediyorsunuz?

Su yoksa hayat yok!