Antalya’nın pazaryerinde bir kilo domatesin fiyatı artık sadece mevsimle değil, politikayla da değişiyor. Raflarda yerli ürün bulmak zorlaştıkça, ithal gıdanın gölgesi büyüyor.
Tam da bu noktada, Ali Ekber Yıldırım’ın 2020’de yayımlanan Üretme Tüket adlı kitabı, bugünün tarımsal krizini yıllar öncesinden teşhis eden bir pusula gibi karşımıza çıkıyor.
Yıldırım, kitabında Türkiye’nin tarımda kendi kendine yeten bir ülkeden ithalata bağımlı hale gelişini tarihsel, ekonomik ve toplumsal boyutlarıyla ele alıyor. 1980’lerden itibaren uygulanan neoliberal politikaların çiftçiyi yalnızlaştırdığı, desteklerin kesildiği ve üretimin cazibesini yitirdiği bir süreci anlatıyor. Bugün, bu anlatı sadece bir geçmiş analizi değil; yaşadığımız gerçekliğin aynası.
2025 itibarıyla gıda enflasyonu resmi verilere göre %60’ları aşmış durumda. Halkın enflasyonu ise % 120lerde. Buğdaydan ay çiçek yağına, mercimekten yem ürünlerine kadar pek çok temel gıda maddesi dışa bağımlı. Kitapta geçen “başkalarının çiftçisini destekleme” eleştirisi, artık sadece bir uyarı değil, devlet politikalarının özeti gibi.
Köyden kente göç hızlandı. Artık geri dönüşler başladı anacak nafile.’ Gençler tarımda çalışmak istemiyor. Mazot, gübre, tohum gibi girdilerdeki maliyet artışı, küçük üreticiyi üretimden koparıyor. Tarım arazileri konut ve turizm projelerine açılırken, toprağın bereketi betonla örtülüyor. Yıldırım’ın altını çizdiği gibi, üretimden çekilen çiftçinin yerini büyük şirketler ve tarım tekelleri alıyor.
Kitapta vurgulanan “gelecek nesillerin gıda hakkı” bugün iklim değişikliği, kuraklık ve su kriziyle daha da hayati hale geldi. Gıda güvenliği artık sadece bir kalkınma meselesi değil; bir yaşam hakkı sorunu. Yazarın “Üretmeden tüketmek, bir ülkeyi bağımlılığa mahkûm eder” uyarısı, artık köşe yazılarının satır aralarına sığmıyor; gündelik hayatımızda hissedilir bir alarm haline dönüştü.
Yıldırım’ın çözüm önerileri hâlâ geçerli: üretim planlaması, küçük üreticinin desteklenmesi, kooperatifleşme, yerli tohum politikaları ve sürdürülebilir tarım. Ancak bu öneriler, günübirlik politikaların gölgesinde kalıyor. “Yerli ve milli üretim” söylemiyle ithalat politikalarının yan yana yürütülmesi, tarımda çelişkili bir tablo yaratıyor.
Kitapta, Türkiye’nin 1960’lar ve 1970’lerde kendi kendine yetebilen bir tarım devi olduğu hatırlatılıyor. Ardından 1980’lerle birlikte serbest piyasa adına çiftçi desteklerinin teker teker kesildiği, maliyet baskısının her yıl ağırlaştığı bir sürece girildiği anlatılıyor. Bu süreç, tarım arazilerinin konut ve turizm projelerine kurban edilmesine; küçük üreticinin sahadan silinmesine zemin hazırladı deniyor ki çok doğru.
Üretme Tüket, sadece bir kitap değil; bir çağrı. Üretmeden tüketmenin bedelini hem çiftçi hem tüketici ödüyor. Bu bedel, sadece ekonomik değil; kültürel, ekolojik ve toplumsal bir kayıp. Türkiye’nin çıkışı, yeniden üretime dönmekten, çiftçiyi ve toprağı korumaktan geçiyor. Yoksa sofralarımızdaki her lokma, başka bir ülkenin çiftçisinin emeğiyle şekillenmeye devam edecek.
Ve biz, kendi toprağımızda aç kalacağız.
Ali Ekber Yıldırım bir kez daha teşekkürler. Geç kalmış bir okuma oldu ancak geleceğimizi bizler şekillendirmek zorundayız.