Antalya Kaleiçi’nden Güvenin İhanete Dönüştüğü 34 Milyonluk Ders Çıktı.Bazı ihanetler vardır ki yalnızca bir kişinin değil, bir çağın, bir toplumun vicdanında yankı bulur. Son günlerde Antalya’da yaşanan ve iş insanı Remzi Zafer Aru’nun yaşadığı dolandırıcılık vakası da işte bu türden bir olay.
Remzi Aru... Almanya’da uzun yıllar iş dünyasında başarılarla anılan, Türkiye’de de turizm ve teknoloji alanında da hatırı sayılır projelere imza atan bir girişimci. Aru 2019 yılında Antalya Kaleiçi’nde, zamanla butik otele dönüştürdüğü bir konağa hayat veriyor. Bir villadan öte, bir değer, bir yatırım, bir kültürel miras yaratmaya çalışıyor.
Ne yazık ki güven duygusu tüm bu emeğin, yatırımın, hayalin üstüne çöken bir gölge oluyor.
Yıllardır yanında bulunan Halil Ertem’e Antalya’daki işleri yürütebilmesi için verdiği geniş kapsamlı vekâlet, yalnızca idari kolaylık değil; büyük bir insani güvenin göstergesiydi. Ancak o vekâlet, bir gün Aru’nun haberi olmadan işleme konuluyor. Tam 34,5 milyon TL değerindeki villa, yalnızca 950 bin TL gibi komik bir bedelle Halil Ertem’in kendi kurduğu şirkete devrediliyor. Gerekçeler ise tanıdık: “Ticari işlem, hata, anlaşmazlık...” Fakat Antalya 32. Asliye Ceza Mahkemesi bu tiyatronun perdesini çekiyor ve gerçeği haykırıyor: Güveni kötüye kullanma suçu işlenmiştir.
Halil Ertem, mahkemece 3 yıl 9 ay hapis ve 375 bin TL adli para cezasına çarptırılıyor. Üstelik etkin pişmanlık da yok. Bu da, sanığın yaptıklarını savunmakla yetindiğini, özür dilemek bir yana haklı olduğunu düşündüğünü gösteriyor.
Mesele sadece hukuki değil, insani bir önem taşıyor.
Aru’nun kendi sözleriyle aktaralım olayı bir de…
Remzi Aru, Almanya’da sadece iş dünyasında değil, siyasal temsil alanında da önemli bir figür olmuş. Kurduğu ADD Partisi aracılığıyla göçmenlerin ve Müslüman toplumun siyasal görünürlüğünü artırmayı hedeflemiş. Olayda da adı geçen kişiyle göçmenliğin zorluklarını yaşayarak, kopmayacağına inandığı bir bağ kurmuş.
“Bu sadece bana değil, güvene dayalı tüm insani ilişkilere indirilmiş bir darbedir.
Liyakat sahibi olmayan birine yetki verdim. Bu süreçte Almanya’dan tanıdığım ve 10 yıldır güven duyduğum bir kişiye iyi niyetle destek verdim. Eğitim düzeyi ve iletişim becerisi çok yüksek olmamakla birlikte, birlikte baskı altında siyasal faaliyet yürütmüşlüğümüz vardı. Bu geçmiş nedeniyle Türkiye’de ona bir altyapı kurmak istedim. Ancak söz konusu kişi, benim bilgim dışında başka bir şirket kurarak, mülkü üzerine geçirmiş.
Normalde satış vekâletiyle bir mülkün bu şekilde devredilmesi mümkün değildir. Ancak bu kişi, kötü niyetli bir avukatla işbirliği yaparak usulsüzlük yapmış. Mülkü üzerime kayıtlı olduğu halde kendi kurduğu şirkete devretmiş ve el altından işlemlerle tapuyu değiştirmiş.’’
Hemen bir not olarak ekleyelim tabii, olay mahkeme kayıtlarından ve Remzi Aru’nun anlattıklarıyla desteklenerek yazıldı.
Bugünün Türkiye’sinde hâlâ yazılı olmayan değerlerle iş yapan, birlikte yol yürümeyi bir bağ olarak gören çok sayıda insan var. Bu olay, onların vicdanında bir uyarı ziline dönüşüyor. Bir sözle, bir selamla, bir imzayla kurulan bağların kâğıt üzerinde ne kadar kolay kopabileceğini, ama gönülden kopuşun bir ömre mal olabileceğini gösteriyor.
Peki biz bu olaydan ne öğreniyoruz?
Birincisi, vekâletname masum bir belge değildir. Bir kişi size kendi adını taşıma hakkı veriyorsa, size bir imza değil, bir hayat teslim ediyor demektir. Bu hakkı kötüye kullanmak sadece bir suç değil; ahlaki bir çöküştür.
İkincisi, yargının bu gibi vakalarda gösterdiği net tutum, toplumun adalet duygusunu onarabilecek güce sahip. Bu karar henüz kesinleşmemiş olsa da, emsal niteliği taşıyor. Vekâletin ticari araç değil, hukuki ve ahlaki sorumluluk olduğunu hatırlatıyor.
Ve son olarak, belki de en acısı: Güvenmek cesaret işidir. Ama bazen en cesur insanlar bile ihanete uğrayabilir.
Remzi Aru’nun yaşadığı bu olay, yalnızca onun mülküyle değil, hepimizin değer yargılarıyla ilgili. Hep birlikte düşünmeli, sorgulamalı ve bir daha aynı hatalara düşmemek adına bilinçlenmeliyiz.
Çünkü bazen bir imza, bir hayatı değiştirebilir.