Geçtiğimiz hafta Antalya’nın Kepez ilçesinde genç bir kadın, koruma kararı olmasına rağmen evinde, eski eşi tarafından vuruldu. Komşular, “Polis gelene kadar her şey bitti” dedi. Bu hikâye, ne yazık ki yalnızca Antalya’ya değil, tüm Türkiye’ye yabancı değil. Her ay benzer bir cümleyi kuruyoruz: “Bir kadın daha…”
Oysa her kadın cinayeti, eksik kalmış bir önlem zincirinin, yarım bırakılmış bir devlet sorumluluğunun kanıtı.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun raporuna göre; eylül ayında 20 kadın erkekler tarafından katledildi, 22 kadın şüpheli şekilde hayatını kaybetti.
Ve yine Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, 2025’in ilk dokuz ayında Türkiye’de en az 290 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Antalya, bu karanlık tabloda 11 cinayetle beşinci sırada. Çoğu evlerinde, çoğu çocuklarının gözü önünde öldürüldü. Fail çoğunlukla “eş”, “eski eş” ya da “sevgili”.
Bu tablo bize bir şeyi açıkça söylüyor: Kadınlar kamusal alanda değil, “güvenli sayılan” evlerinde ölüyor. Ev artık sığınak değil, ölüm yeri.
Sorunun kaynağı bireysel öfke değil, sistematik bir körlüktür. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının üzerinden dört yıl geçti; bu süreçte şiddet istatistikleri azalmadı, aksine görünürlüğü azaldı. Çünkü devletin koruma mekanizmaları kâğıt üzerinde kaldı, cezasızlık failleri cesaretlendirdi, şiddet önleme zinciri kırıldı. Antalya’da son vakada olduğu gibi, uzaklaştırma kararının tebliği gecikti, elektronik izleme uygulanmadı, risk değerlendirmesi eksik yapıldı. Sonuç: Bir kadın daha, bir hayat daha eksildi.
Peki, nasıl durur bu şiddet?
Cevap basit ama irade gerektiriyor: Etkin koruma, hızlı yargı, sıkı denetim.
Her risk başvurusunda anında devreye giren elektronik kelepçe sistemi; 6284 sayılı yasa ihlallerinde otomatik hapis cezası; bireysel silahlanmaya sınır; kolluk, yargı ve sosyal hizmet arasında gerçek zamanlı veri paylaşımı… Bunlar artık “talep” değil, yaşamsal zorunluluk.
Ayrıca kadınların ekonomik bağımsızlığını güçlendirmeden hiçbir yasal düzenleme kalıcı çözüm olmaz. Antalya’da sığınma evi sayısı artmalı, güvenli istihdam ve barınma imkânları genişletilmelidir.
Bu mesele yalnızca kadınların değil, toplumun bütününün meselesidir. Çünkü kadınlar evde güvende değilse, hiçbirimiz güvende değiliz.
Her ölüm haberi, sessiz kalmanın bedelini hatırlatıyor.
Bu yüzden sorumluluğumuz büyük: Devletin, yerel yönetimlerin, medyanın, erkeklerin…
Kadınların yaşam hakkı pazarlık konusu olamaz.
Ev, yeniden güvenli olmalı.
Ancak o zaman Antalya’nın, Türkiye’nin sokaklarında gerçek bir huzurdan söz edebiliriz.