Günün bir yerinde mutlaka tıkanıyoruz. Bazen sabah işe giderken metroda, bazen bilgisayar ekranına bakarken, bazen de akşam eve dönerken kapının önünde durup bir nefes almaya çalışırken…

Sanki görünmez bir el hepimizi biraz daha sıkıyor. Türkiye’de çalışan kesimin yaşadığı stres artık bireysel bir sorun değil; toplumsal bir ruh hâline dönüşmüş durumda. Bir ülkenin insanları nefes almayı unutur mu?

Unutuyor.

Çünkü iş yaşamı, artık sadece geçim kapısı değil; kaygının, belirsizliğin ve tükenmişliğin merkezine dönüştü.

Zihnimiz İşe Giderken Bile Yoruluyor…

İş temposunun yüksek olduğu her toplumda stres vardır; bu yeni değil. Yeni olan şey, stresin artık işe başlamadan bile üzerimize çökmeye başlaması. Daha sabah gözümüzü açarken, bir bildirim sesiyle, bir maille, bir rapor beklentisiyle güne başlıyoruz. Zihnimiz daha kahvaltı etmeden “yetişmek zorunda olduklarım” listesiyle dolmuş oluyor.

Bu yüzden artık “anda kalmak” lüks değil, hayatta kalma becerisi oldu. Hani sık sık kişisel gelişim uzmanları, psikologların dedikleri gibi çeşitli yöntemlerle anda kalmanın yolları araştırılıyor.

3 dakikalık nefes egzersizi, gün içinde bir an duyulara odaklanmak, akşam yatmadan önce bedenimizi gevşetmeye çalışmak…

Bunlar modern dünyanın meditasyon önerileri gibi görünse de Türkiye’de çalışanlar için adeta acil ilk yardım.

Çünkü iş yaşamı sadece işten ibaret değil; bir de görünmez tarafı var, duygusal yük!

Kaygı! Yorgunluk! Endişe!Her gün milyonlarca çalışanı kasıp kavuruyor.

Çalışanlar iş yükü listesine farkında olmadan duygusal yüklerini de ekliyor.

Toplantı → Kaygı

Rapor → Baskı

Patronun beklentileri → Endişe

Eve götürülecek sorumluluklar → Suçluluk

Gelecek kaygısı → Bitmeyen düşünceler

Oysa bunlar bir görevin parçası değil, insan olmanın sonucu. Ama biz, işe yetişmeye çalışırken kendi duygularımıza yetişemiyoruz. Gün içinde sürekli hızlı olmamız, sürekli güçlü durmamız, sürekli çözüm üretmemiz bekleniyor.

Peki kim bizim biten enerjimizi yenileyecek?

Nasıl zihnimizdeki dağınıklığı toplayacağız?

İşte burada “duygusal yük” ile “iş yükünü” ayırmanın önemi ortaya çıkıyor.

Bu küçük ayrım, bir toplumun ruh sağlığını koruyan en büyük farkındalıklardan biri olabilir.

Kontrol Alanı Kaygısı en büyük derdimiz. Her Şeyden Biz Sorumlu muyuz?

Türkiye gibi belirsizliğin günlük rutinin parçası olduğu bir ülkede, insanların sürekli kontrol etmeye çalıştığı bir şey var; Kontrol edemedikleri şeyler.

Ekonomi, trafik, patronun ruh hâli, piyasa koşulları, sözleşmeler, değişen kurallar…

Ve her birinin ağırlığı sanki bizim omuzlarımızda.

Toplumsal Bir Gerçek, hepimiz Yorgunuz

Son yıllarda bir şey fark ettiniz mi?

Kimse gerçekten dinlenmiyor.

Hafta sonları da çalışılıyor.

Akşamları mola yok.

Tatil kavramı tam bir masal.

Zihnimiz sürekli açık, sürekli tetikte.

Bu nedenle önerilen “günlük 15 dakikalık uygulama planları” artık kişisel gelişimin tatlı önerileri değil; bir toplumun ruhsal ilk yardım çantası.

Sabah 3 dakika nefes, öğlen kısa bir mola, akşam kapanış ritüeli…

Bunlar küçük ama etkisi büyük adımlar.

Çünkü biz artık sadece yorgun değiliz; tükenmişlik çağında yaşıyoruz.

Türkiye’de çalışan herkesin ortak bir dili var artık.

“Çok yoruldum.” Toplumun Sessiz Çığlığı olmuş durumda.

Ama kimse bunu yüksek sesle söylemiyor.

Söylese ne olacak? İş yükü azalmayacak.

Ekonomik koşullar kolaylaşmayacak.

Zaman durmayacak.

Peki biz durabiliyor muyuz?

Belki de iş yaşamının yarattığı ağırlığa karşı en büyük direniş, küçük bir nefes almak, bir duygu yükünü not defterine bırakmak, bedenimizi fark etmek…

Çünkü hayat sadece işe yetişmekten ibaret olamaz.

Biz, iş tanımına sıkıştırılacak varlıklar değiliz.

Bizim duygularımız var, bedenlerimiz var, sınırlı enerjilerimiz var.

Kendimizi Korumak Bir Lüks Değil, Bir Hak

Bu ülkede işler zor, hayat hızlı, ekonomi dengesiz, belirsizlik yüksek.

Toplumun kaygısı artık bireysel değil, kolektif.

Bu yüzden kendimizi korumak, nefesimizi düzenlemek, zihnimizi sakinleştirmek bir tercih değil…

Var olma hakkımızın bir parçası.

Her günün sonunda hepimizin aklında şu sorunun yankılandığını biliyorum, “Ben daha ne kadar dayanabilirim?”

Cevap basit, görünen köy kılavuz istemez.

Kendini ihmal etmeyerek, duygularını fark ederek, kontrol edemediklerini bırakarak

ve en önemlisi kendini bu ağır çarkın arasında kaybetmeyerek dayanma gücü bulabilirsin

Biz çalışıyoruz, yoruluyoruz, çabalıyoruz.

Ama unutmamamız gereken bir gerçek var:

Hayat, sadece çalıştığımız işlerden ibaret değil.

Dilerim bu satırlar, yalnızca bir köşe yazısı olmaz, aynı zamanda içimizde sıkışan nefese bir kapı aralar.