Antalya ekim ayının başlamasıyla birlikte yoğun bir kültür sanat sezonu açtı. Kitap Fuarı, Kaleiçi festivali, Antalya Altın Portakal Film Festivali, Cumhuriyet Sergileri derken 1 kasımda da kültür yolu festivali başlayacak. Kültürün sanatın yoğun olduğu bu güzel Antalya günlerinde halk bu etkinliklerden ne kadar haberdar olabiliyor ve katılabiliyor bunu araştırmak gerekiyor.
Antalya’da ekim ayı yalnızca mevsimsel bir dönüşümü değil, aynı zamanda kültür ve sanat mevsiminin açılışını da simgeler. Yazın turistik kalabalığı yavaş yavaş çekilirken, şehir sahillerden kültür merkezlerine, konser salonlarından Kaleiçi’nin taş sokaklarına doğru yönelir. Bu yıl da gelenek bozulmadı: Antalya Kitap Fuarı, Kaleiçi Kültür ve Sanat Festivali, Antalya Altın Portakal Film Festivali ve Cumhuriyet’in 102. yılına adanan sergiler derken, 1 Kasım’da Kültür Yolu Festivalinin başlamasıyla şehir tam anlamıyla bir kültür takviminin ortasında yer alacak.
Fakat tüm bu etkinlik zenginliğinin ortasında sorulması gereken temel birkaç soru var, bu etkinliklere halkın Katılımı nasıl, görünürlük gerçek mi ve değişen kamusal kültür nereye evriliyor?
Bu kadar çok etkinlik üretiliyor ama halk gerçekten bu sanatın içinde mi, yoksa yalnızca kenarında mı duruyor?
Antalya, Türkiye’nin en hızlı büyüyen metropollerinden biri. Ancak uzun yıllar boyunca şehir, kültürel kimliğini turizm ekonomisinin gölgesinde yaşadı. Tatil kenti imajı, sanat üretimini çoğu zaman arka plana itti.
Oysa son üç yıldır, hem yerel yönetimlerin hem de sivil toplumun çabalarıyla Antalya yeni bir kimlik inşa etmeye başladı: “Sanatın kenti.”
Bu dönüşümün temelinde birkaç önemli faktör bulunuyor tabii.
Yerel yönetimlerin kültür yatırımlarının artması: Cam Piramit, AKM, Yalım Park, Karaalioğlu Parkı gibi alanların sanatsal etkinlikler için yeniden işlevlendirilmesi, şehrin kültürel omurgasını güçlendirdi.
Sivil toplumun sahneye çıkması: Dernek ve inisiyatiflerin yerel sanatçılara alan açan sergileri, kamusal sanatın nabzını tuttu.
Kültürel çeşitliliğin fark edilmesi: Antalya artık yalnızca “yazlık kent” değil, göçmenlerin, öğrencilerin, emeklilerin ve sanatçılardan oluşan çok katmanlı bir kent toplumu. Bu çeşitlilik, sanatın hem üretimini hem de alımlanmasını dönüştürdü.
Kültür sanat etkinliklerinin yalnızca kapalı salonlarda değil, sokakta da görünür olması son yılların en dikkat çekici gelişmelerinden biri.
Kaleiçi Festivali bu anlamda dönüştürücü bir rol oynadı. Her yıl eylül-ekim döneminde, Kaleiçi’nin tarihi dokusu içinde yapılan atölyeler, seramik performansları, canlı müzikler, resim sergileri ve sokak tiyatroları, “sanatı sokağa indirme” hedefini gerçekleştirdi.
Ancak bu çabanın merkez dışında ne kadar yankı bulduğu hâlâ tartışmalı.
Kepez, Varsak, Altıntaş gibi bölgelerde yaşayan halk, bu tür etkinliklerden çoğu zaman yalnızca haber bültenleri aracılığıyla haberdar olabiliyor. Ulaşım, mekânsal uzaklık ve bilgi eksikliği, sanatın sosyoekonomik sınırlara takılmasına neden oluyor. Ancak bu konuda Kepez Belediyesinin de oldukça önemli çabaları var. Dokuma Park, Erdem Beyazıt Kültür Merkezi vb. pek çok etkinlik düzenleniyor, kitap fuarından, sergilere, kültürel şölenlere kadar etkinlikler İlçe halkının ayağına gidiyor ancak kent merkezi bir bütünsellikle buluşamıyor.
Yine de belediyelerin mahalle temelli etkinlikler düzenlemeye başlaması –örneğin gezici tiyatrolar, halk konserleri, çocuk atölyeleri– sanatın merkezden çevreye doğru akışını güçlendiren umut verici adımlar.
Halk sanata katılıyor mu, yoksa yalnızca izliyor mu?
Antalya’daki sanat etkinliklerine katılım oranı incelendiğinde, son üç yılda düzenli bir artış görülüyor. 2022’de 200 bini aşmayan toplam kültür-sanat etkinliği ziyaretçisi sayısı, 2024’te 400 binin üzerine çıktı. Ancak bu niceliksel artış, niteliksel katılımın göstergesi değil.
Birçok etkinlik, özellikle festivaller, çoğunlukla fotoğraf çekmek veya turistik deneyim yaşamak amacıyla ziyaret ediliyor. Halkın sanata aktif katılımı –örneğin atölyelere, tartışma oturumlarına, sanatçı söyleşilerine katılım– hâlâ düşük seviyede.
Bunun temel nedenlerinden biri, Antalya’nın mevsimsel yaşam ritmi. Yazın geçim odaklı tempoda çalışan birçok yurttaş, sonbaharda kültürel etkinliklere zaman ayıramıyor. Diğer yandan şehirdeki kültürel iletişim eksikliği, etkinliklerin duyurulma biçimini zayıflatıyor.
Birçok mahallede hâlâ sanat programlarının ne zaman, nerede yapılacağı bilinmiyor.
Kültürel katılımın sosyolojisine gelince, kim izliyor, kim üretiyor?
Son üç yılda yapılan gözlemler, Antalya’daki kültür-sanat ortamının orta sınıf, eğitimli ve kent merkezinde yaşayan kesimlerce domine edildiğini gösteriyor. Üniversite çevreleri, sanat dernekleri, yerel galeriler ve dijital platformlar bu alanı taşıyor.
Oysa şehrin çeperlerinde yaşayanlar, çoğu zaman “kültür tüketicisi” olmaktan uzak, kendi gündelik yaşam estetikleri içinde var oluyorlar: pazar yerlerindeki el sanatları, mahalle düğünlerindeki müzikler, amatör tiyatro girişimleri gibi.
Bu potansiyelin görünür kılınması, yani halkın kendi kültürel üretimlerinin de “sanat” olarak kabul edilmesi, şehrin kültür politikasında bir dönüm noktası olabilir.
Gerçek bir kültür şehri olmak, yalnızca uluslararası festivaller düzenlemekle değil, halkın içinden çıkan üretimleri tanımakla da mümkündür.
Antalya, sanatla yaşayan bir şehir olabilir mi?
Bugün Antalya’da sanatın sesi daha çok çıkıyor; ancak bu sesin herkesin duyabileceği bir frekansa ulaşması hâlâ bir mücadele gerektiriyor.
Son üç yılın deneyimi, kültür-sanatın yalnızca elit bir kesimin değil, tüm kentin ortak değeri olması gerektiğini açıkça gösterdi.
Kültür Yolu Festivali gibi geniş kapsamlı organizasyonlar, doğru planlandığında, mahallelerden üniversitelere, galerilerden kafelere kadar her yere dokunan katılımcı kültürel ağlar oluşturabilir.
Bunun için üç temel koşulun sağlanması gerekir:
Erişilebilirlik: Etkinliklerin mekânsal olarak yalnızca kent merkezine değil, çevre ilçelere de yayılması.
Katılımcılık: Halkın yalnızca izleyici değil, üretici konumuna geçebileceği alanların açılması.
Süreklilik: Festivallerin tek seferlik değil, yıl boyu süren bir kültürel ekosistemin parçası olması.
Sonuçta Antalya’nın kültür ve sanatla kurduğu ilişki, yalnızca şehrin vitrinini değil, toplumun kendi kendine ayna tutma biçimini de belirliyor.
Bir şehirde sanat, sadece sergilerde değil, sokakta, okulda, meydanda, parkta, insanın yüzündeki ifadede görünmeye başladığında, orada gerçek bir kültürel yaşam filizlenir.
Antalya, bu filizleri son üç yılda yeşertti; şimdi onları köklendirme zamanı.