Geçen hafta güzel İzmir’imizde çok keyif aldığım ve bir o kadar da endişeyle takip ettiğim olaylar vardı. İzmir Büyükşehir Belediyesi ile İşçiler arasında zam pazarlığı yapılıyordu.

Sendika temsilcileri ile Belediye Başkanı arasında geçen diyaloglar, karşılıklı açıklamalar heyecanın dozunu artırdı. İşçiler maaşlarının 80.000 liraya çıkarılmasını istiyorlardı. Haber gündeme bomba gibi düştü. Çünkü takvimlerin milattan sonra 2025 yılını gösterdiği bugünlerde Türkiye’de bir asgari ücretli 22.000 lira, bir emekli ise asgari ücretin de altında 14.000 lira civarında aylıklara talim ediyorlar. Haberler düşmeye başladığında bütün gözler batıdaki güzel kentimiz, çocukluğumun geçtiği memleketim İzmir’e çevrildi.

Greve, eylemlere ve taleplere ilk tepkiler biraz duygusaldı. İşçilerin o kadar çok(!) para istemesini eleştirenler vardı. “Biz bile o kadar okuduğumuz halde o maaşı alamıyoruz. Siz ne hakla o kadar istiyorsunuz?” diyen okumuşlar ortaya çıktı. Belediye Başkanı Cemil Tugay, o kadar artış yapamayacaklarını, istenen maaşı vermesinin mümkün olmadığını açıklıkla ifade etti. Gerekçe olarak da muhalif belediyeler üzerindeki kısıtlamaları ve engellemeleri ileri sürdü. Bir kısım vatandaş Başkana hak verdi. İsteklerin karşılanamayacak istekler olduğunu, belediye işçileri ve sendikalar üzerinden CHP’li belediyeye iktidar destekli operasyon çekildiğini iddia ettiler.

İşçiler eyleme geçti. Genel İş ve ardından DİSK açıklamalar yaptı. Çöpler toplanmadı. Toplamak isteyenleri de grev kırıcılıkla suçlayarak engellediler. Büyük yürüyüşler yapıldı. İlginç bir şekilde eylem yapan işçilere hiçbir şekilde polis müdahalesi olmadı. Yolları kapatarak ve trafiği felç ederek yürümelerine rağmen hiçbir polis müdahalesi olmaması operasyon iddialarını kuvvetlendirdi.

DİSK yöneticilerinin kimlikleri, çok sayıda akrabalarının buralara işe yerleştirildiği, zaten daha önce de ekonomik bozukluğun asıl sorumlusu olan iktidara karşı etkin eylemler yapmamaları tartışılmaya başlandı.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İzmir’deki grevin, eylemlerin ve işçilerin haklarını aramalarının demokrasi gereği olduğunu, çözüm için ellerinden geleni yapacaklarını ifade etti. Bağırıp çağırmadan, kimseyi incitmeden, nezaket çerçevesinde yaptığı konuşmada; işçilerin haklarını aramalarının teminatının Cumhuriyet Halk Partisi olduğunu belirtti. Benim açımdan mutluluk verici bir yaklaşımdı bu. Cumhuriyet Halk Partisi’nin demokratik duruşunu böyle gerilimli ve kritik noktalarda da koruyarak sürdürmesi demokrasimiz için gerçekten çok önemli. CHP’nin buna benzer yaklaşımlarını daha önce de defalarca gözlemlemiştim. Kim ne derse desin, CHP demokrasiye sahip çıkmak konusunda gelecek için umut veriyor.

Çöp toplayanları engelleyen sendika temsilcileri karşılarında Başkan Cemil Tugay’ı görünce onu da engellemek istediler. Ama sonra vazgeçtiler. Bir sendika yetkilisi Cemil Tugay’ın gerçekten çok iyi çalıştığını söyleyerek dalga geçti. DİSK başta olmak üzere sendikalardan çok sert açıklamalar yapıldı. Bu açıklamalar karşısında Cemil Tugay çareyi halka şikayet etmekte buldu. İzmir halkı zaten genel olarak protest bir duruşa sahip olduğundan konuyu inceledi ve işçileri haksız buldu. Sendikalar bir anda kendilerini varlıkları sorgulanır halde buldular. İşçilerin önüne sandık konulması bile düşünüldü.

Sonuçta İzmir Büyükşehir Belediyesi ve İşçiler anlaştı. İlk açıklamalara göre en düşük maaş 66.000’den başlayacak ve kısa zaman sonra bir artış daha yapılıp 70.000’i geçecekmiş. Konunun bu kadar kısa sürede çözüme kavuşturulmasında emeği geçen taraflara teşekkür ediyorum.

Bu olayı neden bu kadar önemsediğimi de anlatmak istiyorum. Bu olay çok taraflı, çok yönlü, çok olasılıklı bir bulmaca gibi bir şeydi. Baştan sona kadar net duruş sergileyen Başkan Cemil Tugay dışında herkes büyük risk altındaydı. En başta bunlar öngörülemedi. O olasılıkları öngördüğüm için bu olayı çok neşeli karşıladım ve keyifle izledim.

İşçiler, baştan beri anayasal bir gereklilik olarak eşit işe eşit ücret taleplerini dillendirdiler. Demek ki orada bir sorun varmış. Bazı kişiler aynı statüdeki arkadaşlarından daha fazla maaş alıyormuş. Bunun da önceki belediye başkanının gereksiz bir iyi niyet yaklaşımıyla başlattığı bir uygulama sonucu ortaya çıktığı söyleniyor. Demek ki, fazla iyi niyet bazen sizden sonrakileri zor durumda bırakabiliyor ve haksız uygulamalara yol açabiliyormuş. Daha dikkatli olmak gerekiyormuş. Bu durumda işçiler taleplerinde, greve gitmelerinde ve mücadelelerinde haklıymış. Ancak, zamanlama, üslup ve sorumsuz açıklamalardan dolayı toplum vicdanı onları hatalı buldu. Ne DEM’lilikleri kaldı ne iktidarla işbirlikçilikleri kaldı ne PKK’lılıkları kaldı. Her şeyi söylediler, yazdılar. Hatta ciddi bir oranda İzmir Belediye Başkanı Cemil Tugay’a “LOKAVT” önerenler oldu. “Bütün grevcileri işten atın ve yerine pırıl pırıl İzmir çocuklarını alın. Onlar 40.000 liraya da çalışırlar ve kalan parayla da işten çıkardıklarınızın tazminatını ödersiniz.” diyenler oldu. Şaka maka olay çok büyük tehlikeler ve büyüme potansiyeli taşıyordu. İşçiler de bunu iliklerine kadar hissedip söylemlerini yumuşattılar. Bu noktada toplum vicdanının ne kadar önemli ve güçlü olduğunu görmüş olduk.

CHP, zaten büyük bir baskı altında ciddi bir mücadele veriyor. Bu grev kendilerine karşı bir operasyon muydu? DİSK de bu işin içinde miydi? Küçük bir söylem hatasında büyük puan kaybedebilirlerdi. Ama öyle olmadı ve görüldüğü gibi süreci çok iyi yönettiler.

AKP, bu grevi organize edip CHP’ye karşı bir propaganda malzemesi yapıp desteklemiş miydi? DİSK’i de mi ele geçirmişlerdi? Oysa AKP’liler neredeyse hiç karışmadılar. Hatta İzmir’de binlerce kişinin katıldığı eylemde ne bir cop kalktı ne de bir gözaltı oldu. Kendi belediyelerinde olsaydı muhtemelen işçilerin TOMA’ların önünde serinlemeleri büyük olasılıktı. Neden karışmayacaklarını baştan beri biliyorum. Bu grev işi uzasaydı tüm ülkenin gündemine 80.000 lira maaşlar yeni normallerimiz olarak masanın ortasına oturacaktı. Başka yerlerdeki işçiler de greve gidip ‘biz de alalım bu maaşları’ diyeceklerdi. (Ve diyecekler de.)

İşin bir an önce halledilip ülke gündeminden düşmesini, uyuyanların uyumaya devam etmesini en çok AKP tarafı isterdi.

Bir başka bakış açısıyla, ortada bir kavga vardı ve dövüşen taraflar dışındaki birçok aktör daha büyük yara alma riskini taşıyordu. CHP ve AKP şimdilik bu işten büyük bir yara almadan çıkabildiler. Peki ya diğer aktörler?...

Örneğin Türkiye İşçi Partisi (TİP) bütün bu işçi olayları sırasında neredeyse hiç ortalıkta görünmedi. Bildiğim kadarıyla açıklama da yapmadılar. Bu çok büyük bir sorun. TİP’e önerim; ya partinin adını değiştirsinler ya da işçilere sahip çıksınlar.

DİSK ve sendikalar, bu işten en çok zarar görenler oldu. Fena halde façaları bozuldu. İnsanlar sendika ağalarından bahsetmeye başladılar. Sendika yöneticilerinin yüksek maaşlarından ve çevrelerini işe sokmaktan başka bir işe yaramadıklarından; iktidarla iş tuttuklarından, CHP’nin bu zor günlerinde bir tekme de biz vuralım diye geldiklerinden bahsedildi. Milletin ağzı torba değil ki büzesin. Derler arkadaş derler...

Hele hele sendika bölge temsilcisinin bir açıklaması vardı ki evlere şenlik. Yangına körükle gitmek gibi. “Bizim 500.000 oyumuz var. Sen de zaten 300.000 farkla kazanmışsın, para vermezsen AKP’li oluruz ha.” der gibi açıklaması da olayın üzerine tuz biber ekti.

Gelelim şu 80.000 lira maaşın yüksek olduğu iddiasına. “Ben o kadar alamıyorum. Vali bile o kadar alamıyor, vay efendim vasıfsız işçiler de haddini aşmış, çok para istiyorlar....”

Değerli dostlar, günümüz Türkiye’si şartlarında o arkadaşların 80.000 değil, en az 150.000 lira maaş almaları gerekir. Tabi ki emekliler ve çalışanlar da bu rakamlara yakın almalıdır. Bizler önümüze atılan günübirlik basit bilmece oyunlarıyla uğraşmaktan insanca bir yaşam isteme cesaret ve azmini yitirmişiz. Bugün 3 kişi iyi bir lokantada sağlam bir yemek yesek, gitti bir emekli maaşı. Yalan mı? Buna maaş denemez. Olsa olsa harçlıktır.

Emeklilikte “İnsanca yaşamak istiyorum. Avrupalı emekliler gibi dünyayı gezmek istiyorum. Küçük bir tekne alıp denizlere açılmak istiyorum. Kira ödemek zorunda kalmamalıyım. Hobilerimi gerçekleştirmek için masraf kısmak zorunda kalmamalıyım.” diyeceğimize hala küçüle küçüle kibrit kutusuna girmeye çalışıyoruz.

Biz küçüleceğimize, yaşamımızı küçültmeye çalışacağımıza sormayı, araştırmayı, istemeyi öğrenmeliyiz. Yaşam standardımızı, beklentilerimizi yükseltmeye çalışmalıyız. Talebimiz paradan çok “daha iyi bir yaşam” olmalı. Biraz akıl ve biraz cesaret lütfen.