Antalya... Türkiye'nin turizm başkenti. Bu unvan, sadece güneş, deniz ve tarih üçlüsünün bir araya gelmesinden değil, aynı zamanda yıllardır süregelen yüksek hizmet kalitesi ve misafir memnuniyeti algısından beslenir.
Son dönemde, özellikle yabancı basında yer bulan ve giderek artan gıda zehirlenmesi vakaları iddiaları, bu parlak imajın üzerine düşen kara bir gölge olmaya başladı. Eğer bu tehlikeli artış kontrol altına alınamazsa, Antalya'yı sadece ekonomik bir kriz değil, aynı zamanda ciddi bir halk sağlığı felaketi bekliyor.
Antalya, 2025 yılı itibarıyla rekorlara koşan bir turist sayısına (ilk on ayda 16 milyondan fazla ziyaretçi) ve büyük bir otel kapasitesine (420'si 5 yıldızlı olmak üzere 820 büyük otel) sahip. Bu devasa çarkın dönmesini sağlayan en önemli şey ise güvendir. Bir destinasyona olan güven sarsıldığında, ne fiyat ne de doğal güzellikler tek başına kurtarıcı olabilir. Gıda zehirlenmesi vakalarındaki belirgin bir artış, kısa sürede uluslararası seyahat uyarılarına ve sigorta şirketlerinin risk primlerinin yükselmesine yol açacaktır.
Gıda zehirlenmesi, sadece turistik tesislerin sorunu değildir. Vakalardaki genel bir artış, denetim boşluklarının ve hijyen standartlarındaki genel bir düşüşün göstergesidir. Turistlerin tükettiği gıda zinciri ile yerel halkın gıda zinciri iç içedir. Bu durum, turistlere hizmet veren işletmelerdeki bir salgının kolayca yerel halka yayılmasına neden olabilir.
Hastaneler, mevsimlik grip yerine akut gastroenterit ve daha ciddi bakteriyel enfeksiyonlar ile dolmaya başlayacaktır. Bu durum, hali hazırda yoğun olan sağlık sistemine ek yük getirecek ve en önemlisi, önlenebilir hastalıklar nedeniyle insan sağlığını tehlikeye atacaktır. En kötüsü, E. coli veya Salmonella gibi ciddi patojenlerin salgın haline gelmesi, uluslararası bir kriz alarmı verilmesine bile neden olabilir.
Özellikle her şey dahil (All-Inclusive) sisteminin hakim olduğu bir bölgede, döviz kurlarındaki dalgalanma ve yüksek enflasyon, işletmeleri maliyetleri düşürmeye itiyor. Maalesef, bu düşürme çabası çoğu zaman gıda kalitesinden, hijyen standartlarından ve personel eğitiminden fedakarlık yapılması anlamına geliyor. Ucuz et, düşük kaliteli veya uygun koşullarda saklanmamış ürün kullanımı, bu zehirlenme olaylarının gizli nedenidir. Bu, kısa vadeli kar hırsının, uzun vadeli sürdürülebilirliği ve insan sağlığını hiçe sayan vicdansız bir maliyet optimizasyonu girişimidir.
Bu gidişatı tersine çevirmek için acil ve köklü adımlar şarttır. Öncelikle, gıda güvenliği denetim süreçleri tamamen şeffaf hale getirilmelidir. Tüketicilerin ve tur operatörlerinin anlık denetim sonuçlarına ulaşabileceği, dijital bir 'Hijyen Puanı' sistemi zorunlu kılınmalıdır. Şahit numunelerin tutulması, sıcaklık kontrol formlarının düzenli olarak dijital ortama aktarılması ve çapraz bulaşmayı önleyici mutfak standartlarının tavizsiz uygulanması temel zorunluluktur.
Mutfak ve servis personelinin eğitimi hayati derecede önemlidir. Yetersiz pişirme, yanlış saklama ve çapraz bulaşma(pişmiş ve çiğ gıdaların aynı yüzeyde hazırlanması) risklerinin önüne geçmek için sürekli ve sertifikalı eğitimler şarttır. Öte yandan, turizm sektöründeki yetersiz personel sayısı ve düşük ücretler, çalışanların yorgunluktan kaynaklanan hatalar yapma riskini artırır. Çalışma koşullarının iyileştirilmesi, hijyen standartlarının kalıcı olarak yükseltilmesinde dolaylı ama önemli bir faktördür.
Artan vakalar karşısında TUI gibi büyük acentelerin "nörovirüs" gibi gerekçelerle otelleri savunması, güvenilirliği daha da zedelemektedir. Antalya turizminin, itibarını korumak için hızlı, dürüst ve proaktif bir iletişim stratejisi benimsemesi gerekir. Sorunları inkar etmek yerine, uygulanan sıkı tedbirleri ve alınan cezai önlemleri uluslararası kamuoyu ile şeffafça paylaşmak, zedelenen imajı yeniden inşa etmenin tek yoludur.
Eğer mevcut gidişat devam ederse, Antalya birkaç yıl içinde "ucuz ama riskli" bir destinasyon olarak etiketlenecektir. Antalya'nın turizm geleceği, ne yeni otel yatırımlarına ne de reklam bütçelerine bağlıdır; insan sağlığına verilen değere bağlıdır. Gıda güvenliği, lüks bir seçenek değil, sürdürülebilir turizmin temel taşıdır. Yerel yönetimler, turizm profesyonelleri ve merkezi hükümet; sağlık ve hijyen konularını öncelikli gündem maddesi yapmalı, kalıcı ve tavizsiz çözümler üretmelidir. Aksi takdirde, Akdeniz'in bu incisi, kendi ihmalinin zehrinde eriyip gidecektir.