Son günlerde Türkiye'nin gündemine oturan ve İstanbul özelinde başlayan o tartışma, maalesef ki hepimizi derinden etkiliyor… Bir çoğumuzun aklında sokak hayvanlarını beslemek yasaklanacak mı?

Tartışmanın temelinde, kamu düzeni ve hijyen endişeleri yatıyor gibi görünse de, konunun özü bambaşka bir yerde: Vicdan ve sorumluluk. İstanbul'daki bazı yerel yönetimlerin besleme odaklarını kaldırma girişimleri veya sivil vatandaşların besleme çabalarına getirilen engeller, ister istemez akıllara "Sıra Antalya'ya gelir mi?" sorusunu getiriyor. Oysa bizim burada, yazlık-kışlık nüfus değişimine rağmen, sokak hayvanlarına yönelik sıcak bir tutum ve güçlü bir sivil destek ağı var.

Antalya'nın iklimi ve coğrafyası, sokak hayvanları için hem bir avantaj hem de dezavantaj. Kışın ılık geçmesi barınma ihtiyacını bir nebze hafifletse de, yazın cehennemi sıcakları ve turist yoğunluğu, onlara yiyecek ve su bulma konusunda büyük zorluklar çıkarıyor. İşte tam da bu noktada, sivil inisiyatifin ve bireysel çabaların önemi katlanarak artıyor. Bir park köşesine bırakılan bir kap su, bir mama poşeti, o canlının hayatta kalma mücadelesindeki tek dayanağı olabiliyor.

Eğer besleme yasaklanırsa, bu sadece o hayvanları aç bırakmak anlamına gelmez. Aynı zamanda zaten zorlu bir denge üzerinde duran sokak sağlığı ve güvenliği meselesini de krize sokar. Aç kalan hayvanlar, doğaları gereği yiyecek arayışlarını yerleşim yerlerinin derinliklerine taşımak zorunda kalır.

Antalya'nın yetkilileri ve biz vatandaşlar olarak, bu tartışmaya çözüm odaklı yaklaşmak zorundayız. Yasaklamak yerine, daha kontrollü, daha hijyenik ve daha sistematik besleme noktaları oluşturmak, gerçekçi bir adım olabilir. Örneğin, belirlenmiş, temizliği düzenli yapılan "Can Dostları Beslenme İstasyonları" kurulabilir. Bu, hem hijyen kaygılarını azaltır hem de beslemeyi tamamen yasaklamadan, bir düzene oturtur.

Unutmamak gerekir ki, sokakta yaşayan her canlının varlığı, bizim bireysel ve toplumsal sorumluluğumuzun bir yansımasıdır. Onları sokağa terk eden de, dolaylı yoldan kontrolsüz üremelerine neden olan da yine insan faktörüdür. Dolayısıyla, yasaklamak yerine, kısırlaştırma seferberliklerini artırmak, sahiplendirmeyi teşvik etmek ve mikroçip zorunluluğunu etkinleştirmek, asıl kalıcı çözümlerdir. Beslemeyi yasaklamak, semptomu değil, sorunun kendisini cezalandırmaktır.

Antalya'da esnafın kapısının önüne koyduğu bir kap mama, bir sitenin bahçesindeki kedi evi; bu şehrin vicdanının ve merhametinin göstergesidir. Biz, Akdeniz insanı olarak, sıcakkanlılığımızı sadece misafirlerimize değil, dört ayaklı komşularımıza da gösteririz. Bu insani hassasiyetin, kuru bir idari yasakla silinip atılmasına gönlümüz razı olmaz.

Umarım ki, bu tartışma Antalya'nın karar vericileri nezdinde sağduyu ile karşılanır. Umarım ki, çözüm masasına yasaklar değil, yaşatmayı merkeze alan, modern ve medeni yaklaşımlar konulur. Çünkü sokak hayvanları, bu şehrin bir parçasıdır. Onları dışlamak değil, onlarla uyum içinde yaşamayı öğrenmek, asıl büyük medeniyet sınavımızdır. Beslemek bir lütuf değil, onlara karşı olan yaşamsal borcumuzdur.

Bu borcumuzu ödeyemezsek de bu bizim ayıbımız olacak.