Antalya… Bir yanda Akdeniz’in masmavi suları, diğer yanda binlerce yıllık uygarlıkların izleri. Dünyanın dört bir yanından milyonlarca insanın tatil için akın ettiği bu şehir, aslında yalnızca deniz, kum, güneşten ibaret değil. Fakat ne yazık ki Antalya hâlâ hak ettiği kent kimliğini tam anlamıyla kazanabilmiş değil.

Bugün Antalya’nın marka değeri, sahip olduğu potansiyelin çok gerisinde. Oysa bu şehir, Türkiye’nin en yeni şehircilik modellerinin uygulanabileceği, kültür ve doğa turizmiyle dünyaya örnek olabilecek bir merkez. Yıllarca ulaşım sorunları nedeniyle içine kapanan Antalya, 80’lerin sonunda turizmle birlikte kabuğunu kırdı. Ama hızlı büyümenin gölgesinde rantın ağır bedelini de ödedi. Şimdi önümüzde kritik bir soru var: Antalya bundan sonra nasıl bir yol izleyecek?

GÖRÜNEN VE GÖRÜNMEYEN DEĞERLER

Bir kentin kimliği yalnızca meydanları, binaları ya da tarihi eserleriyle oluşmaz. Görünen değerlerin yanında görünmeyen değerler de vardır: kültür, hafıza, aidiyet… Antalya’nın turizm kenti imajını güçlendirmesi için bu görünmeyen değerleri gün yüzüne çıkarması şart. Çünkü kent kimliği, Tekeli’nin de dediği gibi, fiziki değerler, yaşam kalitesi ve kente dair söylemlerin birleşiminden doğar.

Antalya bu tanımın güçlü bir örneğini sunuyor: Kaleiçi’nin dar sokaklarından Aspendos’un görkemli tiyatrosuna, Yörük kültüründen çok dilli toplumsal yapısına kadar… Ancak bu zenginliğin sürdürülebilir biçimde inşa edilmesi, hem bilimsel temellere hem de halkın sosyo-kültürel özellikleriyle uyuma bağlı.

KİMLİĞİN ÜÇ AYAĞI

Tarihî ve Fiziksel Unsurların Korunması: Kaleiçi, Hadrian Kapısı, Yivli Minare… Bunlar yalnızca taş ve harç değil, Antalya’nın hafızası. Bu mirasın korunması ve görünür kılınması, kimliğin sürekliliğini sağlar.

Kültürel ve Sosyal Süreklilik: Yörük çadırında pişen sac böreği, düğünlerde söylenen türküler, el emeği dokumalar… Bunlar yalnızca turistik vitrin değil, yaşayan kültürdür. Festivaller, dijital arşivler ve eğitim projeleriyle bu belleği geleceğe taşımak gerekir.

Markalaşma: Antalya’nın artık “deniz, kum, güneş” klişesinden sıyrılıp kültür, sanat, gastronomi ve ekoturizmle anılması gerekiyor. Çünkü gerçek marka, çeşitliliğin içinden doğar.

GÖÇLERLE ŞEKİLLENEN BİR ŞEHİR

Antalya tarih boyunca göçlerle yoğruldu. Girit’ten, Balkanlar’dan, Anadolu’nun dört bir yanından gelenlerle “muhacirler kenti” oldu. Bugün de yabancı yerleşimciler ve turizm çalışanlarıyla çok kültürlü bir yapıya sahip. Bu çeşitlilik, doğru stratejilerle avantaja dönüştürülebilir. Kent festivalleri, sanat etkinlikleri, gastronomi rotaları bu uyumu güçlendirebilir.

Ama en önemlisi, halkın karar süreçlerine katılımı. Mahalle meclisleri, kent konseyleri, gönüllülük programları… Bunlar yalnızca yönetsel araçlar değil, aidiyet duygusunun köprüleridir. Antalya’nın kimliği, halkın katılımıyla toplumsal bir değer haline gelebilir.

GÜNEŞİN VE KÜLTÜRÜN ŞEHRİ

Antalya’nın kimliği, tarihî miras, doğal çevre ve kültürel çeşitliliğin birleşiminden doğuyor. Ancak bu kimliğin kalıcı ve güçlü olabilmesi, halkın sosyo-kültürel yapısıyla uyumlu politikaların geliştirilmesine bağlı. Eğer doğru adımlar atılırsa Antalya, yalnızca bir turizm kenti değil, aynı zamanda “Güneşin ve Kültürün Şehri” olarak dünyada özgün bir marka kent olabilir.

Antalya’nın geleceği, yalnızca gökdelenlerde ya da otellerde değil; Kaleiçi’nin taş sokaklarında, Yörük çadırlarının dumanında, gençlerin sanat atölyelerinde, halkın ortak iradesinde saklı. Şimdi mesele, bu değerleri bir araya getirip güçlü bir kimlik inşa edebilmekte ki bu kimliği koruyamadığımız düşüncesi bu günlerde Antalya Müzesinin yıkımıyla pekişmiş durumda. Ancak Antalya kent olma yolunda halkıyla birlikte hareket ederse, onların istek ve düşüncelerini bu yolda kullanabilirse markalaşma sürecini tamamlayabilir.