Pandemi yıllarında Antalya uçtu, Türkiye baktı.

Bir zamanlar Türkiye ortalamasının altında olan konut fiyatları, bir sabah uyandığımızda İstanbul’la yarışır hale gelmişti.

Sanki her metrekareye “yatırım fırsatı” tabelası asılmıştı.

O dönem herkesin dilinde aynı cümle vardı:

“Antalya’ya yatırım yap, zarar etmezsin.”

Ve gerçekten, kim aldıysa kazandı.

Çünkü Antalya artık sadece tatil şehri değildi; dövizle gelen Rus’un, Ukraynalının, İranlının, Avrupalının oyun sahasıydı.

Biz ise o oyunu tribünden izliyorduk.

Ama o dönem bitti.

Bu yılın üçüncü çeyreğinde o meşhur “Antalya–Türkiye makası” daraldı.

Antalya artık Türkiye ortalamasını aynı hızla geçemiyor.

Yani makas kapanıyor.

Yani gaz kesildi.

Altıntaş’ta kuleler, Kepez’de şantiyeler bitmiyor.

Her taşın altında bir proje, her projenin altında bir “yabancı yatırımcı” hayali...

Ama arz çok, alıcı az.

Rus alıcıya vize zor, Avrupalıya Türkiye pahalı, yerliye zaten imkânsız.

Kısacası piyasa doldu, tıkanıyor.

Makro cephede tablo açık:

Türkiye genelinde konut fiyatları hâlâ artıyor ama enflasyon onları sollamış durumda.

Tabeladaki fiyatlar yukarı çıkıyor ama cebimizdeki para aşağı iniyor.

Kâğıt üstünde kazanç var, gerçekte alım gücü yok.

Antalya bu hikâyenin özeti: şatafatlı rakamlar, sönmüş alım gücü.

Yine de Antalya hâlâ ayrıcalıklı.

Deprem riski az, havası güzel, yaşam kalitesi yüksek.

Uzun vadede Türkiye ortalamasının biraz üzerinde kalır.

Ama pandemi dönemindeki gibi fırlayarak değil, sindire sindire…

Yani artık “uçan şehir” değil, “yerine oturan şehir.”

Belki de olması gereken buydu zaten.

Çünkü şehir dediğin yatırım aracı değil, yaşanacak yerdir.

Antalya bunu hatırlamaya başladı.

Ve yıllar sonra ilk kez, gerçekten nefes alıyor.