Antalya, Akdeniz’in mavisiyle güneşin ateşini buluşturan bir turizm şehri.
Tüm dünyanın gözünün üzerinde olduğu, herkesin gelip, görmek yaşamak istediği bir cazibe merkezi.
Bir yanda tarih, bir yanda turizm; bir yanda göçle gelen yeni yüzler, diğer yanda köklü yerel kimlik. Fakat bu güzel coğrafyanın üzerinde artık sessiz bir çığlık yükseliyor’ iklim değişikliği’.
Deniz, her zamanki gibi kıyıya vuruyor ama dalgaların sesi artık farklı. Sıcaklık artıyor, mevsimler şaşırıyor, deniz ekosistemleri nefes almakta zorlanıyor. Kıyı erozyonu, yükselen deniz seviyesi ve ısınan sular, turizmin cazibesini, balıkçının ekmeğini ve kıyıdaki yaşamı tehdit ediyor. Antalya’nın geleceği, yalnızca güneşin parıltısına değil, alınacak adaptasyon önlemlerine de bağlı artık.
Ama mesele sadece doğa değil. İnsan da değişiyor. Antalya’nın nüfusu büyüyor, göç dalgaları kenti yeniden şekillendiriyor. Mevsimlik işçiler, turizmle gelen geçici kalabalıklar, genç işgücünün yeni talepleri… Kentin sokaklarında bir hareketlilik, bir dönüşüm var. Bu dönüşüm, altyapıyı, konutu, sosyal hizmetleri zorlarken aynı zamanda yeni fırsatlar da doğuruyor.
Bu değişimin en önemli yanlarından biri de yaşlanan ve emeklilik hayalleri peşinden Antalya’ya gelen yaşlı nüfus. şehrin sokaklarında sessiz bir dönüşüm bu anlamda da yaşanıyor. Banklarda oturup zaman geçiren, teyzeler amcalar kenti olma yolunda ilerleyen bir Antalya var gözümüzün önünde. Yaşlı nüfus her geçen yıl artıyor. TÜİK verilerine göre Türkiye’de yaşlı nüfus oranı %10,6 civarında iken, Antalya’da bu oran biraz daha düşük olsa da yaşlanma eğilimi giderek güçleniyor. Özellikle bazı ilçelerde yaş ortalamasının yükseldiği, genç nüfusun yoğun olduğu bölgelerle keskin bir karşıtlık oluşturduğu görülüyor…
Bu tablo bize şunu söylüyor: Antalya artık yalnızca gençlerin ve turistlerin şehri değil; aynı zamanda yaşlıların kenti. Ve bu yeni gerçeklik, sosyal devletin sorumluluklarını yeniden tanımlıyor.
Ve işin en çarpıcı yanıysa, gerçeklik algımız değişiyor. Dijitalleşme, sosyal medya, akıllı şehir çözümleri… Antalya artık yalnızca fiziki bir mekân değil; aynı zamanda dijital bir kamusal alan. Kriz anlarında sosyal medya bir haberleşme aracı, ama aynı zamanda yanlış bilginin de taşıyıcısı. İnsanlar mekânı ve zamanı yeniden yorumluyor; dijital ve fiziksel deneyimler iç içe geçiyor.
Peki ne yapmalı?
Bugün; Yeşil altyapı, su tasarrufu, kıyı koruma projeleri hızla hayata geçirilmeli. Doğayı koruma bilincini yaygınlaştırıp, okullara ailelere özel eğitim pratikleri yaptırılmalı. Göç ve turizm baskılarını dengeleyen sosyal politikalar, kapsayıcı kent planlamaları uygulanmalı. Yaşlanan nüfus için Huzurevleri ve bakım evleri sayısının artırılmalı, yerel yönetimler, yaşlıların gündelik yaşamını kolaylaştıracak ulaşım ve sağlık hizmetlerini yeniden planlamalı. Gelecek için; Dijital okuryazarlık, açık veri ve akıllı şehir projeleriyle dirençli bir Antalya modeli kurulmalı.
Antalya’nın kıyılarında yükselen bu sessiz çığlık, aslında hepimize sesleniyor. Doğa, insan ve teknoloji arasındaki bu kırılgan dengeyi korumak için sivil toplumun, yerel yönetimlerin ve bireylerin birlikte hareket etmesi gerekiyor. Çünkü geleceğin Antalya’sı, yalnızca turizm broşürlerinde değil; alınacak kararların, atılacak adımların ve kurulacak dayanışmanın içinde şekillenecek.