Sütçü kapıda bağırıyor. Kafasında takke, ağzında besmele. “Sütçüüü!” Kadınlar önce pencerelerde, sonra da ellerinde boş kaplarla kapının önünde beliriyorlar. Kimi beşlik su bidonları kimi de tencerelerle gelmiş. Adam aracının arkasına bir süt deposu yapmış. Ucuna da benzin pompası gibi bir şey uydurmuş. Ekonomik zorluklardan, ineklerden birini sattığından bahsediyor kadınlara. Ama süt azalmamış. Süte su katmış olmasın? Su işte, ne zararı var ki?

Yan binadaki komşu da memleketten en kalitelisinden zeytinyağı getirmiş, isteyenlere satıyor. Sütçüye 5 litre getirmiş. O da geçen yıl ağaçların yarısını kestiğini anlatıyor bir yandan. Ama yine aynı miktar zeytinyağı üretiyor. İçine başka yağ karıştırıp açığı kapatmış olabilir mi? Olsun, o da yağ değil mi?
Köşede köylü teyze köy yumurtası satıyor. “Yımırtaaa!..” Onun hiç tavuğu yok. Apartmanda yaşıyor. Torunu yumurtayı sağdan soldan topluyor, üstüne biraz pislik, biraz da saman bulaştırıp satması için teyzenin önüne koyuyor. Teyzenin yıllardır köyle ilgisi yok. Ama girişimci torun tam da köydeki gibi giydiriyor teyzeyi. Zeytinyağını sütçüye satan abla ondan köy yumurtalarını alıp evine gidiyor. Ah teyzem ah, sıcağın altında perişansın. Girişimci torun da kahvede klimanın altında yanık oynuyor. Neyse, köy yumurtası arzı kesilmesin de gerisi önemli değil.
Mahallenin tek bakkalı olan bir dayı var. Son bakkal olacak muhtemelen. Çocukları paraları yemekle meşgul. Belli ki devam ettirmeyecekler baba mesleğini. Soyu tükenmek üzere olduğundan onu yaşatmak için süpermarkete gitmiyoruz. Olabildiğince oradan yapıyoruz alış verişlerimizi. Sağ olsun, eski bakkallarımızın bütün alışkanlıklarını sürdürüyor. Gelenekleri yaşatıyor. Bir de terazisi var. Bildiğin demir kilo ağırlıkları kullanıyor. Yanında da taş var bir iki tane. Onları da ağırlık olarak kullanıyor. Peyniri kesip de naylon torbaya koyuyor. Bazen evde elektronik tartıyla tartıyoruz. 100 gram eksik her zaman. Çaktırmadan baktım. Terazinin bir tarafının altına metal sıkıştırmış. Bozmadım yine de. Onu da son kalan kelaynak kuşunun bizi gagalaması gibi düşündüm. Olsun. Onu yaşatalım da arada bir gagalasın bizi.
Çok sevdiğim bir çikolatalı gofret var. Geçen ay fiyatı iki katına çıkmıştı. Yine de almaya devam ettim. Yeter ki üretimden kaldırmasınlar. Geçen hafta da boyunu küçültmüşler. Neyse, üretimden kaldırmasınlar da. Dün ambalajının çok inceldiğini gördüm. Eve getirip açtım. Çikolatası da neredeyse yok denecek kadar azalmış. Çikolata koklatılmış gofrete dönmüş. Neyse ki hala üretiliyor. Azıcık katlanacağız bunlara. Çikolata fabrikasının patronu bile bizi ince ince dolandırıyor. Eee, biz zaten zincirleme birbirimizi dolandırmıyor muyuz? Antrenmanlıyız o konuda.
Pazar tezgahında güzel görünenler ön tarafa diziliyor. Elini uzatıyorsun, “Hop orada dur!” “N’oldu?” “Orayı dizerken anam ağladı. Seçmece yok, kaç kilo istiyorsan ben vereyim buradan.” “Yarım kilo ver.” “Yarım kilo ne abla ya, 1 kilo yapıyorum.” “Tamam.” Parayı verdikten sonra poşete şöyle bir bakıyorsun. Çürük, çarık, bozukları doldurmuş. Neyse, idare edelim, onlar da ekmeğinin peşinde. Böyle güzel ve hoşgörülü düşüncelerle yürürken birden yerinden zıplıyorsun, ödün patlayacak neredeyse. Pazarcının biri avazı çıktığı kadar bağırıyor kulağının dibinde. “Domateeees!..” Sen yavaşça pazardan çık, evine doğru git en iyisi. Gitmeden köşeden ekmek al. “Abla bu para sahte.” Bak şimdi, bozuk domatesleri verdi, bir de para üstünü sahte parayla vermiş. Tam ona üzüleceksin, bir başka pazarcı kulağının dibinde bağırıyor. “Patlıcaaan!..”
Bırakmıyorlar ki üzülelim, kızalım, tepki gösterelim, ağlayalım, bağıralım, şikayet edelim… Daha iyisini isteyelim. Her dakika bir kriz. Hepimiz gündem manyağı olduk. Gündemdeki kepazeliklerden başımızı kaldıramıyoruz ki. Eve gidiyorsun. Televizyonda biri avazı çıktığı kadar bağırıyor. “Cibinliksizleeer!..” Öbür kanalda mafya kılıklı biri 2 milyon oy almış bir partinin liderine bağırıyor. “… Belanı bizden bulmaaa!..”
Hepimiz diğerlerimizin yaşamını zorlaştırmak için her şeyi yapıyoruz. Sarmal halinde hepimiz diğerlerini yoruyoruz. Birbirimize kazık atma, zincirleme dolandırıcılık eylemlerinin hem kurbanıyız hem de failiyiz. Bu bir sarmal.
Aptal sarmalının vücut bulmuş halini bir gün trafikte yaşadım. Şehir içinde yoğun trafik olan bir yolda ilerlerken birden trafik durdu. Bekle bekle bir türlü hareket etmiyor araçlar. Kornalar, bağrışmalar… Ama hiçbiri işe yaramadı. Çünkü gidenler, gelenler ve ana yola katılanlar sürekli birbirinin önünü kesiyordu. Ana yoldakiler yürüyecekken tali yoldan gelenler onların önünü kesiyordu. Tali yoldakiler yürüyecekken ana yoldaki araçlar onların önünü kesiyordu. 200 metrelik yoldan kavga dövüş yarım saatte çıkabildik. Biraz ileride durup neden bu kadar bekledik diye anlamak için baktım ve kolektif aptallığı ifade eden “Aptal Sarmalı”nı gördüm.
Ülkemizde de her an her yerde, her ticarethanede, her kurumda, her toplulukta herkes birbirini kazıklamaya çalıştığı ve önünü kestiği için bir türlü bu aptal sarmalından kurtulup ilerleyemiyoruz. Sağlıcakla…