Kasım ayı enflasyon verileri, Türkiye’de ücretlilerin nasıl bir ekonomik gerçeklik içinde yaşam mücadelesi verdiğini yeniden, hem de en sert biçimiyle yüzümüze vurdu.

TÜİK’in açıkladığı %31,07 yıllık enflasyon, ENAG’ın ölçtüğü %56,82 seviyesinin oldukça altında. Bu iki veri arasındaki uçurum, ülkede yalnızca fiyatların değil, “gerçekliğin” de iki ayrı dünyada yaşandığını gösteriyor.

Bir yanda resmi kurumların açıkladığı, maaş zamlarının belirlenmesinde esas alınan düşük enflasyon verileri… Diğer yanda pazarda, markette, faturalarda, kiralarda, ulaşımda, eğitimde ve sağlıkta yaşanan gerçek hayat pahalılığı…

Bu çelişki yalnızca istatistiksel bir farklılık değil. Bu çelişki; mutfak masraflarını karşılayamayan, evine gıda götürmekte zorlanan, çocuğunun montunu erteleyen, hafta sonu kahvaltısını sadeleştiren, kirası maaşını geçen milyonların kaderini belirliyor.

Açlık Sınırının Altında Bir Asgari Ücret nasıl oluyor da olabiliyor, aç kalmanıza göz yuman bir ücret politikasını devlet size nasıl reva görebiliyor?

TÜRK-İŞ’in Kasım 2025 araştırması, açlık sınırını 29.828 TL olarak açıklarken, net asgari ücret 22.104 TL seviyesinde. Yani Türkiye’de milyonlarca çalışan, daha ayın başında yaşam savaşına 7.724 TL geriden başlıyor.

Bu verinin altını çizmek gerekiyor… Türkiye’de asgari ücret, artık bir ücret değil; açlığın resmi tanımı olmuş durumda.

Üstelik açlık sınırı bile yalnızca gıda giderlerini kapsıyor.

Bir aile, sadece karnını doyurmak için bile asgari ücretin çok üzerinde bir paraya ihtiyaç duyuyor.

Peki, elektrik faturası?

Su?

Doğal gaz?

Ulaşım?

Kira?

Eğitim masrafı?

Sağlık giderleri?

Bebek bezi, mama, hijyen ürünleri?

Bunlar açlık sınırının içinde bile değil.

Durum böyleyken yetkililerin hâlâ asgari ücret için “dengeyi koruyacağız”, “işvereni zorlamayacağız” gibi muğlak cümleler kurması, ücretlilerin kaderinin bu yıl da düşük bir zamla çizileceğinin habercisi.

Kasım verilerinde TÜİK’in açıkladığı yıllık enflasyon %31,07, ENAG’ın ise %56,82. Aradaki 25 puanlık fark tek bir şeye işaret ediyor…

Ücret artışları, gerçek hayat pahalılığına göre değil, TÜİK’in düşük rakamlarına göre belirlenecek.

Bu yalnızca işçi ve memuru değil, emekliyi de vuracak. Esnafı da, pazarcıyı da, ev sahibini de.

Ocak ayında yapılacak zam, maaşları bir kez daha enflasyon canavarına yem edilecek.

Türkiye’de enflasyonun düşmesi bir yana, pahalılık artık “yeni normal” hâline geldi. Raflar her hafta güncellenirken, ücretler yılda bir güncelleniyor — o da güncellenirse. Bu gecikmeli düzen, hanelerin bütçesini her ay biraz daha boğuyor.

Ücretliler Ekonomiyi Ayakta Tutamazsa Ne Olacak?

Bugün Türkiye ekonomisi derin bir paradoks yaşıyor.

Tüketim düşüyor.

Esnaf satış yapamıyor.

Pazarcı maliyetlerden dolayı indirime gidemiyor.

Hane halkının alım gücü her geçen gün eriyor.

Bir ülkenin ekonomisini ayakta tutan motor, orta sınıftır. Artık o da kalmadı, zengin- fakir ayrımı netleşti. Bugün Türkiye’de orta sınıf çökmüş durumda.

Alım gücü düştükçe tüketim daralıyor; tüketim daraldıkça üretim yavaşlıyor; üretim yavaşladıkça ekonomide çarklar durma noktasına geliyor.

80 milyonluk bir ülkede 1 milyon zengin ekonomiyi taşıyamaz. Ekonomi, milyonlarca çalışanın tüketimiyle ayakta durur. Ve bugün o çalışanlar, tüketmeyi bırakın, ay sonunu getiremiyor.

Her Yıl Aynı Senaryo

Yıl sonu yaklaştığında, toplum bir kez daha benzer bir tabloyla karşı karşıya kalıyor!

Enflasyon resmi olarak düşük gösteriliyor.

Ücret artışları bu düşük rakamlar üzerinden belirleniyor.

Yeniden değerleme oranları , yani vergiler yükseliyor, yeni vergiler ekleniyor.

Yeni yılın ilk aylarında pahalılık daha da artıyor.

Ücretliler zam dönemine kadar aynı maaşla geçinmeye çalışıyor.

Alım gücü daha da eriyor.

Bu döngünün adı’ Kurumsallaşmış yoksullaştırma politikası.’’ Oluyor.

Asıl Soru: Yetkililer Ne Yapmayı Planlıyor?

Bugün kamuoyunun sorması gereken en kritik soru şu!

Açlık sınırı 29.828 TL iken, asgari ücreti 22.104 TL’de tutan devlet, ocakta ne kadar zam yapmayı planlıyor?

Bu soru yalnızca işçilerin değil, memurun, emeklinin, esnafın, çiftçinin, öğrencinin, yani topyekûn toplumun geleceğini belirleyecek.

Çünkü açlık sınırının altında kalan bir ücret, yalnızca bir ücret politikası değildir.

Bir ülkenin geleceğine dair önemli bir şey söyler.

Bu ülkede çalışmak, artık yoksulluktan kurtulmaya yetmiyor demektir.