Geçtiğimiz günlerde Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin emekliler için açtığı sosyal alanda yaptığım gözlem, içimde hâlâ yankılanıyor. Bir önceki yazımda bu mekânda karşılaştığım insanların yüzlerinde taşıdığı kırgınlığı, sessizliği, dayanma çabasını anlattım. O yazıda daha çok duyguları yazdım; bu yazıda ise o duyguların altında yatan gerçeği anlatmak istiyorum.

Çünkü oradaki insanların gözlerine bakınca şunu anlıyorsunuz: Bu ülkede emekliler artık geçinemiyor; sadece geçinemiyor da değil, yoksulluğun görünmeyen tarafında yaşamaya zorlanıyor.

Antalya’nın Fiyatları Türkiye’nin Çok Üzerinde

Antalya, Türkiye’nin en pahalı şehirlerinden biri hâline geldi. Turizm sezonunun etkisiyle market fiyatları, pazar fiyatları, ulaşım maliyetleri ve kira bedelleri Türkiye ortalamasının çok üzerinde seyrediyor.

Bir emeklinin maaşıyla bu şehirde ayakta kalması “imkânsızın biraz gerisinde” ancak mümkün.

Bir düşünün; Antalya’da bugün bir kiralık dairenin bedeli emeklinin üç aylık maaşına eşit. Pazarda 300–400 liraya bir file bile dolmuyor. Et, peynir, zeytinyağı neredeyse lüks tüketim hâline geldi. Bir toplu ulaşım kartını doldurmak bile bütçe hesabı gerektiriyor.

Bu şehrin emeklisi artık hayat mücadelesi veren bir sınıfa dönüştü.

Sosyal Belediyecilik Yetişiyor, Ama Yetersiz Kalıyor

Bugün belediyeler sosyal desteklerle, dayanışma ağlarıyla, emekli kafeleriyle, sosyal marketlerle halkın yanında olmaya çalışıyor. Ama bu çalışmalara rağmen tablo çok net: Bu kriz belediyelerin gücünü aşan büyüklükte.

Hangi belediye, ülke çapında 16 milyon emeklinin yaşadığı ekonomik felaketi tek başına çözebilir?

Antalya’da yaşayanın yükü bugün başka bir şehrin yüküyle aynı değil. Burada “turizm zenginliği” sadece parası olana yarıyor; emekliye ise pahalılık olarak geri dönüyor.

Emeklinin Torununa Değil, Market Fiyatlarına Mahkûm Edildiği Bir Dönem

Eskiden emekliler torunlarına harçlık verirdi. Bugün markette kasiyerin suratına bakmaktan utanan bir nesil hâline getirildiler.

Eskiden yaz kış fark etmez, mahalle kahvelerinde sohbet olurdu. Bugün 10 liralık çayın hesabını yapıyorlar.

Eskiden tatil köylerinin temeli Antalya’nın sahillerinde atılmıştı. Bugün aynı sahillerde çekirdek yiyerek bile eğlenemeyen bir kitle var.

Bu tablo herhangi bir ekonomik sorun değil sadece; bu, bir toplumun onurunun yara almasıdır.

Antalya’da Emekliliğin Bedeli: Sessiz Yoksulluk

Antalya’da yoksulluk artık gürültülü değil, sessiz. Kimse sesini çıkarmıyor. Kimse bağırmıyor. Kimse isyan etmiyor. Çünkü insanlar yoruldu. Üzgünler. Bıkkınlar.

Ben o emekli kafesinde otururken dikkat ettim: Konuşmalar kısa, cümleler yavaş, bakışlar boş. Sanki herkes “bugünü atlatayım, yarına sonra bakarız” hissiyle yaşıyor.

Bu, ekonomik bir sorun değil sadece; bu, bir kuşağın çökertildiğinin resmi.

Belediyeler Ne Yapabilir?

Bu soruyu özellikle soruyorum, çünkü halk çözümü haklı olarak belediyeden bekliyor.

Evet, bizler şunları yapabiliriz: emekli dayanışma merkezlerinin sayısını arttırmak, ucuz gıda erişimini güçlendirmek, sosyal yardımları genişletmek, sağlık ve ulaşım destekleri sunmak, psikososyal destek mekanizmaları kurmak.

Ama doğruyu söylemek gerekirse: Bu çözümler bir yaranın pansumanıdır; yarayı kapatmaz.

Asıl çözüm, ülkenin ekonomik aklının değişmesidir.

Sonuç: Bu Yazı Bir Serinin Parçası Değil, Bir Toplumsal Tanıklıktır

Birinci yazıda duyguyu anlattım. Bugün gerçeği yazdım. Üçüncü yazıda ise çözüm modellerini, “CHP Belediyeleri ne yapabilir?”i, yani somut politikaları yazacağım.

Çünkü bu şehirde kimse yalnız değil. Bu ülkenin emeklileri yalnız değil. Biz buradayız. Emeklinin yanındayız. Bundan sonra da her satırda, her sözde, her kararımızda yanlarında devam edeceğiz.