Size bugün bizim mesleğin yani, gazeteciliğin içinde bulunduğu durumu anlatacağım.

Buyurun okuyun, kararınızı siz verin.

Eskiden gazeteci, haberin peşinde koşardı.

Hep olay yerinde olurdu.

Vatandaşa ne olup bittiğini anlatırdı. Doğruyu, gerçeği arardı.

Yanlışı yazmaktan korkmazdı.

Bir yerde yolsuzluk mu var, adaletsizlik mi var, halkın hakkı mı yeniyor?

Görevi belliydi: Bunları ortaya çıkarmak.

***

Ama şimdi ne oldu?

Sektörde gerçek gazetecilerin sayısı oldukça azaldı.

Gazetecilik, ekonomik koşullar yüzünden yerini yavaş yavaş halkla ilişkilere (PR) bıraktı.

Evet, yanlış duymadınız. Gazeteci artık masa başında haber yerine, bülten yazıyor. Ve bunu medya kuruluşlarına servis ediyor.

Yazdığı şey haber değil, şirketin reklamı. Patronun çıkarına ne uygunsa, o yazılıyor.

***

Şimdi size biraz geriye giderek anlatayım.

1970’lerde Türkiye’de halkla ilişkiler sektörü gelişmeye başladı.

İlk dernekleri kuruldu, özel şirketler bu alana yatırım yaptı.

Ve bakın ne oldu: Dönemin usta gazetecileri, halkla ilişkiler şirketlerine geçmeye başladı.

Nedeni basitti. Daha çok para, daha az risk.

***

Hele 2001 krizi…

Binlerce gazeteci işsiz kaldı. Gazeteler kapandı. Medya holdinglerin eline geçti.

Bu gazeteciler ne yaptı? Kimisi reklam ajansına gitti, kimisi PR şirketine.

Yani, yıllarca halka gerçekleri anlatmak için çalışanlar, şimdi şirketlerin imajını düzeltmek için çalışıyorlar. Skandal mı çıkmış?

Hemen süsleyip püsleyip üzerini örtüyorlar.

***

Bakın, işte tam burada tehlike başlıyor.

Çünkü gazetecilik kamu görevidir. Halk için yapılır.

Basın özgürlüğü boşuna anayasa maddesi değildir.

Ama PR öyle mi? Orada özgürlük yok.

Müşterinin çıkarı neyi gerektiriyorsa, o yazılır.

***

Bir başka fark daha: Gazeteci tek kanaldan yazar.

Gazeteden, televizyondan. PR ise her yerden yayılır.

Basın bülteni, sosyal medya, dergi, reklam, etkinlik…

Yani PR çok kanallı çalışır, gazeteci ise dar bir alana sıkışır.

Bugün geldiğimiz noktada; yazılan haberler bile buram buram PR kokuyor.

Haber diye okuduğunuz şeylerin bir kısmı aslında tanıtım yazısı veya gizli reklam.

Şirketler gazetelere ilan veriyor, karşılığında haber oluyor.

Kurumlar, belediyeler, holdingler…

Hepsinin "basın danışmanı" var, ama bunlar aslında PR’cı.

Eskiden PR’cılar gazetecilere mahkumdu.

Onların yazmasını isterlerdi. Şimdi ise tam tersi oldu.

Gazeteci PR’cıya mahkum hale geldi.

***

Ne acıdır ki; artık genç gazeteciler bile PR sektörüne girmek istiyor.

Neden? Çünkü medya sektöründe iş bulmak zor, maaşlar düşük, baskı çok.

Halkla ilişkilerde ise iş var, para var, rahat var.

Ve bu dönüşümle beraber gazetecilik mesleğinin ruhu da zamanla kayboldu.

Gazeteci, tarafsız olacak, bağımsız olacak, kamunun çıkarını savunacak.

Ama şimdi bakıyoruz, gazeteci haber yerine "güzel mesaj" servis ediyor.

Halkın gerçekleri öğrenme hakkı ise arada kaynayıp gidiyor.

***

Bu gidişat hayra alamet değil.

Bir meslek, halktan koptuğu zaman yozlaşır.

Gazetecilik, hakikatin peşinde koşmaktan vazgeçtiğinde, halkın denetim gücü de yok olur.

Bugün gazetecilik ile halkla ilişkiler birbirine o kadar karıştı ki…

Hangisi gazeteci, hangisi PR’cı ayırt etmek zorlaştı.

O yüzden soruyorum: Gazetecilik mi,halkla ilişkilercilik mi?

***

“Gazeteci olunmaz, doğulur” diye ünlü bir söz vardı eskiden bu meslekte.

Artık şunu mu desek acaba?

Gazeteci olunmazsa PR’cı olunur..

O zaman yazımızı şu bilindik söz ile bitirelim:

“Gazetecilik, birilerinin yayınlanmasını istemediği haberleri yazmaktır. Gerisi halkla ilişkilerdir.”

(George Orwell)

Önemli not: Burada ne meslektaşlarımı ne de PR’cıları eleştiriyorum yanlış anlaşılmasın. Sadece mevcut durumu ve sonuçlarını ortaya koymaya çalışıyorum.