Eskiden haberlerde Toksikoloji Kongresi duyurularına sıkça rastlardık. Gazetelerde, dergilerde, radyolarda ve televizyonlarda haber geçilirdi.

Genellikle “Bu yılki Toksikoloji Kongresi Antalya İlinde X otelde gerçekleştirilecek. Şu tarihler arasında şu başlıkla yapılacak kongreye önemli bilim insanları katkı sunacak.” denilirdi. Sonrasında da “Şu başlıklı Toksikoloji Kongresi sonuç bildirgesi yayınladı. Halk sağlığı için çok önemli uyarılar ve öneriler yapıldı.” biçiminde haberleri duyardık.
Nedense son yıllarda bu haberlere pek rastlamıyoruz. Kongreler olmadığından değil tabi ki. Medyamız böyle önemli duyuruları yapmayı bıraktı. Onların daha önemli işleri var artık. Bol bol iktidar övgüsü, muhalefet yergisi, olumsuz olayları gizlemek ve her gün müjdeler vermek gibi büyük işlerle uğraşmaktan böyle duyurulara zaman ayıramıyorlar.
Zaten halkın gündeminde de böyle şeyler yok. Sabahtan akşama kadar “o kahvehane senin bu kafe benim, o TV kanalı senin bu dizi benim” diyerek koşturup duruyorlar.
Nereden aklına geldi şimdi Toksikoloji Kongreleri, diyenler olacaktır.
Anlatayım. Ancak önce neymiş şu Toksikoloji, bir soralım bizim özgür ansiklopedi Vikipedi’ye.
“Toksikoloji ya da ağı bilimi (Zehir bilimi), kimyasallar ile biyolojik sistem arasındaki etkileşimleri, zararlı sonuçları yönünden inceleyen ya da kimyasalların zararsızlık limitlerini belirleyen bilim dalıdır. Hemen hemen herkes, uygun kullanılmadığında zararlı olacak kimyevi maddelerle temas halindedir. Pek çok ölüm ve belki bunun yüz katı kadar fazla kaza kimyevi maddelerin dikkatsiz kullanılması sonucu meydana gelmektedir.”
Kafamızda bir şeyler canlanmaya başladı, değil mi?
Öncelikle uzun yıllardır hayretimi celbeden iki olayın şaşkınlığı içinde güzide toplumumuzu gözlemlediğimi belirtmemde yarar var.
Bu iki önemli olaydan ilki, bu ülkemde milyonlarca evde ‘düdüklü tencere’ denilen pimi çekilmiş bombanın ölmeden kalmadan rahat rahat kullanılmış olmasıdır. İkincisi ise yıllarca mahalleye gelen kalaycı amcanın kalaylama işleminden çıkmış bakır kaplardan yemek yedikten sonra neslimizin tükenmemesidir. Tabi ki uçakta, otobüste, minibüste toplu halde tütün mamulü tüketmek gibi önemli olay ve durumlar da vardı ama ben bu ikisine fena halde hayret etmeye devam edeceğim.
Geçen hafta İstanbul’da turist olarak bulunan bir aile yok oldu.
Bilindik ihmal zinciri asla bozulmuyor. Otele geliyorlar, dışarıya çıkıp biraz geziyorlar. Midye, kokoreç, lokum gibi ürünler tüketiyorlar. Otele döndüklerinde rahatsızlanıyorlar. Taksiyle hastaneye gidiyorlar. Hastaneden basit işlemlerle gönderiliyorlar. Sonra iş ciddileşince tekrar hastaneye gidiyorlar. İstenmeyen olaylar arka arkaya geliyor.
İhmal zinciri, soğuk zincir gibi kolayca bozulmuyor. Hastanesi bir alem, otelcisi bir alem, herkes hata üstüne hata yapıyor. Herkes gözaltına alınıyor. Kokoreççi, midyeci, otelci... Olay muamma. Neden olduğunu hiç kimse bulamıyor.
İş Cinayet Masasına kadar gidiyor artık. Zaten işin içinde muamma olunca halkımız işin peşini bırakmaz. En ücra köyde kahvehanedeki dayı bile çözülene kadar kafa yorar.
Sonuçta olayın oteldeki ilaçlama nedeniyle meydana geldiği anlaşılıyor. Hızlıca etki eden çok kuvvetli bir kimyasal karışım. Toksik madde de diyebiliriz.
İhmaller zinciri burada da devreye giriyor. İlaçlama firmasının izinleri, yetkileri, belgeleri, yetkin çalışanları yokmuş. İş düzgünce yapılmamış. Say say bitmez ihmaller.
Dikkatler bu olaya kaydığında algıda seçicilikle birlikte birkaç çakramız da açılıyor haliyle. Bir ilimizde binlerce şişe kaçak içki yakalanması haberi önümüze düşüyor. Pastanede fare görüntüleri, hijyen şartlarından uzak fırın, izinsiz işletmeler, diplomasız işletmeciler... Bir ilimizde 25 ton bozuk tavuk yakalandığını duyuyoruz. Bir başka ilimizde yedikleri yemekten zehirlenen insanlar, gözaltına alınan lokantacılar haberlerde boy göstermeye başlıyor.
Ertesi gün anonim medyadan bir haber:
“Artık dışarıdan yeme içme dönemi bitmiştir.”
Bir toplum için bundan daha dehşet verici bir şey olabilir mi?
Bir yandan da yeme içme sektörünün serzenişleri de yükseliyor.
“Siparişler bıçak gibi kesildi.“
Herkes mutsuz. Her taraf zarar görmüş. Geri kalanının da ciğeri yanıyor. İnsan sormadan edemiyor:
“Ya arkadaş biz manyak mıyız? Aklımızı mı yitirdik? Birbirimize neler yapıyoruz böyle? İhmallerimiz, ciddiyetsizliklerimiz, yetkin olmadan iş yapmaya kalkışmamız, liyakatsizliklerimiz, cahil cesaretimiz ve ahlaksızlığımız yüzünden topluca intihara giden bir toplum olduk.
Birbirimizi mahvederken aslında kendimizi mahvediyoruz.
Sen birine bozuk yemek verirken bir diğeri de senin çocuğuna bozuk yemek veriyor. Sen birinin annesine kazık atarken bir başkası da senin annene kazık atıyor. Sen birinin babasına saygısızlık yaparken senin gibi biri de senin babana aynısını yapıyor.
Yeteri kadar denetleme yapılmadığı ve caydırıcı cezalar verilmediği hep konuşulur. Denetlemesi gerekenler ile denetlenmesi gerekenlerin zamanla ahbap çavuş ilişkisine girdiği, rüşvetler, yolsuzluklar hep konuşulur. Ancak bir türlü düşünmez insanlar: “Ya ben böyle yaparsam bir başkası da benim yakınıma yapar” demez. Empati nedir bilmez.
Bu işin şakası yok. Ya buralardan döneriz ya da tepe taklak aşağıya doğru gideriz. Aşağısı da İran falan değil ha. Direk Afganistan ve ortaçağ karanlığı bizi bekliyor, buralarda frene basmazsak.
Uzmanları, bilginleri, aydınları, yıllarca okumuş sorumluluk sahibi efendi insanları itip kaktınız ve aşağıladınız. Neymiş, elitlerden intikam alacaklarmış. Aldınız mı intikamınızı? Vasat kafanın bu ülkeyi götürebileceği güzel bir dünya yoktur.
Bilginiz ve aklınız yetmiyor. Ahlakınız da zaten tartışmalı. İyi atlara binip giden o iyi insanlar olmadan; eğitimli, iş bilen, işin uzmanı olan o beyefendiler ve hanımefendiler olmadan bu iş olmaz.
Bugünlerde ülkemizde çok etkili olan nepotizm ve kronizm belaları toplumumuzdan uzaklaştırılmalı. Eş, dost, akraba, onun bunun adamı diye işin başına getirilen zararlıların yaptıkları her şey bozuk olur. Köprü yapsa bina yapsa yıkılır, gemi yapsa batar, uçak yapsa düşer, yol yapsa çöker.
Çünkü işten anlamaz, hep torpille bir yerlere gelmiştir, hak etmemiştir, yetkin değildir, bilgisizdir, küstahtır, Toksikdir.
Temel bilgisi, disiplini, ahlakı yetersiz kalır. En önemlisi de o kritik görevde işini düzgünce yapan liyakatli kişinin hakkını hiç utanmadan gasp etmiştir.
Ne yapıp edip işlerin başına liyakatli insanları getirmek gerekir. Adamcılık, kayırmacılık yapanlar bu topluma en büyük zararı veriyorlar. Yine söylüyorum ve söylemeye devam edeceğim: Köprüden önce son çıkıştayız.
Mevcut zehirler ve bozulma sonucu oluşan her durum toksikolojinin konusudur.
Toksikoloji Kongrelerini bıkmadan usanmadan düzenleyen ve sürdüren tüm bilim insanlarına, Sivil Toplum Örgütlerine ne kadar teşekkür etsek azdır.