Youtube’da rastladığım bir video vardı. “Akademik Link” adlı kanal tarafından shorts (kısa video) tarzında sunulmuş konuşmaya dayalı bir anlatı.
Başlığı; ‘BU RESMEN DOLANDIRICILIK.”
İçeriği;
“...Ya bak, birçok televizyon kanalını izledim. Onca diktatörlükteki televizyon kanalını izledim. Afganistan Finlandiya ana haberlerini izledim. Birçok dünyanın farklı yerlerindeki ana haber bültenlerini izledim. Şu dolandırıcılık başka hiçbir yerde yapılmıyor. Bizde şöyle bir şey oluyor, hocam. Bir noktada haber sunucusu diyor ki, ‘şimdi kısa bir reklam arası, reklam arasından biraz sonra tekrar bir araya geleceğiz.’ Harika. Kısa dediği de 10-15 dakika. Gerçekten bitmiyor reklamlar. Sonra bitiyor. Sonra sunucu gelip diyor ki, ‘evet veda vakti geldi yarın görüşmek üzere’. Ya Abi, bana 15 dakika biraz sonra görüşeceğiz deyip reklam izlettin. Bari bir haber daha sun öyle git ya. Bu resmen dolandırıcılık. Yalan söylüyorsun gözümüze baka baka. Yok abi, bunu hepimiz doğal kabul etmişiz belli ki. Bunu yapıyor sonra defolup gidiyor… 15 dakika reklam izledim abi ben. Tekrar görüşeceğiz diye niye bana bu yalanı söyledin? Yok, hiç önemli değil. Böylece bitiriyorlar haberleri...”
Kısacık bir sürede anlatılanlar bunlar. Konuşma hepi topu 45 saniye sürüyor. 15 dakikalık reklamın yirmide biri kadar bir sürede tamamen masrafsız bir şekilde hazırlanmış ve tamamen ücretsiz biçimde sunulmuş. Oysa, o 15 dakikalık reklam süresinde yayınlanacaklar için yapılan harcamaları, emekleri, çalışan departmanları, kullanılan teknolojileri, ajanslara ve reklam oyuncularına ödenen paraları duysanız küçük dilinizi yutabilirsiniz.
‘BU RESMEN DOLANDIRICILIK’ adlı video 15 Haziran’da yayınlanmış ve geçen 5 günde 436.000 defa izlenmiş. Çoğunlukla (izlemememiz için her şeyin yapıldığı) o profesyonel reklamlar bu kadar izlenebiliyor mu? Televizyonda reklam başladığı zaman çoğumuz ya kanal değiştiririz ya da ara veririz. Oturup da ‘şu reklamları bir izleyeyim’ demeyiz. Beş on yılda bir ortaya çıkıp sonra kaybolan izlemeye doyamadığımız istisnai reklamlar da yok değil tabi.
İçeriğe dair bir şey söylemek istemiyorum. Konuşan arkadaş zaten her şeyi kısacık videoya sığdırmış sağ olsun. Bu konuyla ilgili görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Çok önemsediğim konuların başında bu önemsiz gibi görünen çok önemli şeyler geliyor. Daha önce bu konuda iki yazı yazmıştım. “Küçük şeyler aslında büyük şeylerdir 1- 2” Okumak isteyenler arşivden ulaşabilir.
Kısa bir reklam arası denilip uzun bir ara verilmesi ve dönüşte hiçbir ürün sunmadan çekip gidilmesi en basit ifadesiyle saygısızlık. İşi ciddiye almadıklarını, izleyiciyi ciddiye almadıklarını ve denetlenmediklerini gösteriyor. Seyirciye birkaç reklam daha kakalayayım diye düşünüyor olmalılar. Onları ya devlet kurumlarının denetlemesi, ya kurumsal iç denetim ya da etik değerler durdurabilir. Ama durmuyorlar. Demek ki, bunların hiç biri yokmuş. Tüketici kimin umurunda? Etik kimin umurunda? Çak reklamı, çak gitsin. Paramızı ve pozisyonumuzu korumaya bakalım, değil mi? Sizler hak ve hukuka dair şeyleri küçük şeyler, büyük şeyler diye ayırırsanız bilin ki; küçük şeyler gelmesini beklediğiniz başınıza çok büyük şeyler gelecek demektir. Reklam süreleri bir ara düzenlenmişti. En uzun 8 dakika olacaktı yanlış hatırlamıyorsam. Bir süre uygulandı. Sonra reklam sonunda bir jenerik ve yine reklam şeklinde uygulanmaya başlandı. Kimse itiraz etmedi. Bir süre böyle devam etti. Sonra 15 dakika reklam yayınlamaya başladılar. Onu jenerikle 30 dakikaya çıkaranlar oldu. Yine kimse bir şey demedi. Bir ara sigara, alkol ve bahis reklamları yasaklanmıştı. Milli Piyangoyu Demirören satın alınca daha o akşam başladı iddia, toto, piyango reklamları. Adamına göre her şey serbest tabi. Üstüne bir de at yarışı bahis reklamları eklendi. Bu konu birçok açıdan önemli. Videoda anlatıldığı gibi müşteriyi yanıltmak, dolandırmak, gözler önünde yasanın kenarından dolanmak ve tüketici haklarını hiçe saymaktır bu. “Küçük şeyler aslında büyük şeylerdir” derken; ‘bugün senin ayağına basan, sana omuz atan, ensene vuran kişiye eğer dur demezsen yarın üzerinden tankla geçer, uçaklardan üzerine bombalar yağdırır demek istemiştim. Ve malına mülküne, statüne, ürettiğin değerlere çöker’, demek istemiştim. Ve sen ‘enseme vurması küçük bir şeydi, sorun çıkarmak istemedim’ dersin. İnan ki, sen izin verdiğin sürece çok daha beterini göreceksin. Çok uzun değil, 10 yıl önce görmedin mi? Çünkü “DUR!” dememiştin. Bir kurum ya da kuruluş müşteri memnuniyetini hiçe sayıyor ve caydırıcı hiçbir yaptırım uygulanmıyorsa o ülkede işler iyiye gitmiyor demektir. Eskiden bir sorunla karşılaşıldığında kurumun üst yöneticilerine kadar telefonla ulaşılabiliyordu. Şimdi telefonda robotu geçip bir insana ulaşmak bile zor. Üst yönetimler ulaşılmaz ve dokunulmaz olmuşlar. Huzur hakkıyla huzur bulan güreşçi/bankacı yönetim kurullarımız var. Çalışmadan 4-5 maaş alan hazır yiyicilerimiz var. Geçenlerde bir devlet bankası üst yönetimine ulaşmaya çalıştım. Bırakın telefon numarasını, eposta adreslerini bile yazmamışlar web sitelerine. Ulaşmak olanaksız. Bir robotla konuşacaksınız. Sürekli size seçenekler sunacak ve hiçbir çözümle karşılaşamayacaksınız. Diyelim robotu aştınız ve bir insanla konuşmaya başladınız. Büyük bir başarı. Ama ötesi yok. Size yardımcı olamayacağını iletişim tekniklerini kullanarak beş değişik şekilde söyleyebilir ve bir üst amirine ya da şefine ulaşmanız olanak dışı. Kurum yöneticileri ve firma sahipleri size karşı hiçbir sorumlulukları olmadığını düşünüyor. Tabi ki, bunlar bir toplumun gelişmişlik düzeyiyle ilgili konular. Birey olabilme ve vatandaşlık bilinci ile ilgili konular. Dikkat edin, iş tersine dönmüş ve siz bir ülkenin vatandaşı olmaktan bir kişinin kulu olmaya doğru yol alan bir gemide bulunuyor olabilirsiniz. Uygarlık yolunun tersine doğru yol alan bir gemi... Videomuza dönecek olursak; bahsedilen sahtekarlıklar çürümenin ve kalite düşüklüğünün öncü göstergeleridir. Bile isteye yapılır. Tüketicinin gözüne sokulur. Çünkü tüketicinin hiçbir değeri kalmamıştır artık. İnsanın değerli olduğu gelişmiş ülkelerde böyle bir şey yapmaya kalkanlar hem toplumdan sert bir tokat yer hem de ağır yaptırımlarla karşılaşırlar. Tutunamazlar. Kapanırlar. İflas ederler. İnsan içine çıkamazlar. Ülkemde bu işler yavaş yavaş, alıştıra alıştıra buralara getirildi. Artık çoğu zaman itiraz etseniz de, hukuk yoluna başvursanız da tatmin edici bir sonuç alamıyorsunuz. Çünkü en baştan Tüketici Haklarımıza ve Anayasal Haklarımıza yeteri kadar sarılıp sahip çıkmadık. Bu ikisi çok önemli. Şu an Tüketici hakkı vardır ve adil bir şekilde işliyor, diyemeyiz. Anayasal haklarımızla ilgili de ciddi bir mücadele var. ‘Böyle gelmiş böyle gider’ demeyip hep daha iyiyi istemeliyiz. İnsanca yaşam standardını istemeliyiz. Küçük şeyler aslında büyük şeylerdir.