Antalya, dünyanın en güzel doğa miraslarından birine sahip bir şehir. Akdeniz’in mavisiyle Torosların yeşilini aynı anda kucaklayan bu topraklar, yüzyıllardır doğanın cömertliğini sergileyen bir açık hava müzesi gibidir. Ancak ne yazık ki, son yıllarda bu büyüleyici coğrafya doğa severlerin değil, maden şirketlerinin iştahını kabartıyor. Her yeni ruhsat haberi, Antalya’nın dağlarında yankılanan bir çığlık gibi geliyor artık.
Bir yanda turizmin “doğa cenneti” diye pazarladığı şehir, diğer yanda dinamitle delik deşik edilen vadiler, siyanürle zehirlenen sular... Antalya’yı yaşatan yeşil damarlar, bir bir kesiliyor. Üstelik bu sadece ağaçların ya da hayvanların kaybı değil; bu kentin ruhunun, kimliğinin ve geleceğinin de yok edilmesidir. Çünkü doğa olmadan Antalya, Antalya değildir.
Madencilik faaliyetleri “ekonomiye katkı” gerekçesiyle meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Oysa doğanın tahribatı, ekonomiden çok daha ağır bir bedel getirir. Kısa vadeli kârlar uğruna, uzun vadeli yaşam kaynaklarımızı kaybediyoruz. Bir maden sahasının açıldığı yerden artık su çıkmaz, kuş uçmaz, toprak vermez. Bu, bilimsel bir gerçek olduğu kadar acı bir toplumsal deneyimdir.
Antalya halkı defalarca sesini duyurmaya çalıştı. “Ormanlarımız madene değil, nefese lazım!” dediler. Ama çoğu zaman bu ses, gürültüyle bastırıldı. Şirketlerin lobisi, halkın vicdanından daha güçlü çıktı. Yine de mücadele bitmedi. Çünkü insanlar biliyor: Doğa bir kez yok olduğunda, bir daha geri gelmez.
Kent merkezinden uzakta, dağ köylerinde yaşayan insanlar en büyük zararı görüyor. Toprakları, suları, geçim kaynakları ellerinden alınıyor. Bu insanlar doğayla birlikte yaşarken, şimdi doğanın yok oluşuna tanıklık ediyor. Bir zamanlar dağların gölgesinde huzur bulan köylüler, artık toz bulutlarının ve patlama seslerinin arasında yaşamak zorunda.
Antalya sadece bir şehir değil; bir ekosistem, bir tarih, bir kültürdür. Termessos’un sessiz kayalıkları, Olimpos’un denize bakan ormanları, Alakır’ın berrak suları… Bunlar sadece turistik değerler değil; bu coğrafyanın hafızasıdır. Madenlerle bu hafızayı kazımak, geçmişi ve geleceği aynı anda yok etmektir.
Devletin ve yerel yönetimlerin görevi, bu toprakları korumaktır. Doğa, maden şirketlerinin mülkü değil; halkın ortak mirasıdır. Yasal boşluklar, şirketlerin kâr hırsına hizmet ettikçe, Antalya’nın geleceği karanlığa gömülür. Artık kalkınma kavramını yeniden tanımlamanın zamanı geldi: Gerçek kalkınma, doğayla uyum içinde yaşamaktır.
Antalya’yı korumak, sadece çevrecilerin değil, herkesin görevidir. Çünkü bu mesele ideolojik değil, varoluşsaldır. Bugün dağlar susarsa, yarın şehirler susar. Bugün ormanlar yok olursa, yarın nefesimiz tükenir. Bu gerçeği anlamadan atılan her adım, geleceğe atılan bir kazmadır.
Doğa, sessizdir ama unutmaz. Antalya’nın dağları, vadileri, nehirleri, bir gün bu sessizliğin hesabını soracaktır. O yüzden bugün susmak, yarın kaybolacak bir kentin sessizliğine ortak olmaktır. Antalya’nın doğası madenlere değil, yaşama teslim olmalıdır. Çünkü yaşam, bu toprakların en değerli madeni olmaya devam ediyor.