Bazen düşünürüm, acaba dünya üzerindeki tüm güzellikler bir araya gelse, ortaya nasıl bir yer çıkardı diye. Sonra aklıma Antalya geliyor. Hani o kartpostallarda gördüğümüz, “vay be!” dediğimiz manzaraların, meğer bizde de bir karşılığı varmış. Şelalelerden antik kentlere, bembeyaz kumsallardan gizemli kanyonlara… Antalya, sanki dünyanın farklı coğrafyalarından parçalar alıp kendi bünyesinde biriktirmiş gibi. Gelin, bu harika benzerlikleri bir keşfe çıkalım.

Hani derler ya, "Niagara Şelalesi'ni görmeden ölme" diye... Evet, Niagara'nın heybeti tartışılmaz. Ama bizde de o görkemli coşkunun bir karşılığı var: Düden Şelalesi. Üstelik bizim şelalemizin bir farkı var; bir kolu şehir merkezinden dökülüp, masmavi Akdeniz'in sularına karışıyor. O suyun, falezlerin üzerinden metrelerce aşağıya, köpüre köpüre dökülüşünü izlemek, insana Niagara'nın bambaşka bir yorumunu sunuyor. Bence bizimki daha romantik, daha Akdenizli.

Antik Yunan’ın ve Roma’nın o görkemli kalıntıları, hani o filmlerdeki gibi… Sanki İtalya’nın Roma’sında veya Yunanistan’ın Atina’sındaymışız gibi hissediyoruz. Ama hayır, biz sadece birkaç dakikalık mesafedeki Perge'deyiz. O devasa tiyatrosu, sütunlu caddeleri, hamamları… Sanki zaman makinesine binmiş gibi. Ya da Aspendos'un mükemmel akustiğe sahip tiyatrosunda konser dinlemek... Dünyanın öbür ucuna gitmeye gerek yok, tarih tam da burada, bizim yanı başımızda.

Deniz deyince akla bembeyaz kumsallar, turkuaz sular geliyor. Hani Karayipler, Maldivler… Buraların güzelliği dillere destan. Ama bizim de bir Kaputaş'ımız var. O dağın eteğindeki gizli cennet, o mağaradan çıkan bembeyaz kumlar ve turkuazın en canlı tonu… Manzarasıyla, berraklığıyla dünya standartlarında bir güzellik. Buraya gelenler, "Burası Maldivler'den farksız!" demekten kendini alamıyor.

Belki de en gizemli benzerliğimiz, kanyonlarımız. Amerika’daki Arizona Kanyonu'nun o kırmızımsı, büyüleyici manzarası... Peki bizde ne var? Köprülü Kanyon. O devasa duvarları, içinden geçen gürül gürül Köprüçay nehri… Rafting yaparken veya sadece kenarında yürürken, doğanın ne kadar güçlü ve estetik olabileceğini anlıyorsunuz. Burası, adrenalin ve huzuru bir arada sunan eşsiz bir yer.

Bir de o Hollywood filmlerinde gördüğümüz, dağların arasında gizlenmiş o eski kasabalar... Sanki İsviçre’nin o şirin köylerindeymişiz gibi. Ama aslında Termessos'tayız. Dağların tepesinde, bulutların arasında gizlenmiş bu antik kent, o kadar iyi korunmuş ki, hala ayakta duran yapıları görmek sizi hayrete düşürüyor. Medeniyet ve doğa burada, tarifsiz bir şekilde birleşmiş.

Sadece doğal güzellikler değil, şehir hayatında da benzerlikler bulmak mümkün. Roma’daki Aşk Çeşmesi… İnsanlar dilek dileyip paralarını atıyor. Bizde de Kale Kapısı civarında, tarihi yapıların arasında gezmek, o taş sokaklarda kaybolmak, İtalya’nın eski kentlerinin o ruhunu hissettiriyor. O eski evler, o dar sokaklar... Hepsinin bir ruhu var.

Kışın o bembeyaz karlar... Alplerin kayak merkezleri... Peki ya bizim Saklıkent'imiz? Kışın kayak merkezi, yazın ise serin bir kaçış noktası. Tıpkı bir İsviçre Alpleri gibi. Hem de sadece birkaç saat uzaklıkta. Bir gün kayak yaparken, ertesi gün denize girebilme lüksü, Antalya'yı benzerlerinden ayırıyor.

Tüm bu benzerlikler, aslında Antalya’nın ne kadar zengin bir coğrafyaya sahip olduğunun bir kanıtı. Tarih, doğa, deniz, dağlar... Hepsi bir arada. Dünyayı gezmek için milyonlar harcamaya, kilometrelerce yol gitmeye gerek yok. Çünkü dünyanın tüm güzellikleri, Akdeniz’in kalbindeki bu şehirde gizli.

Bu nedenle, bir daha “keşke şurada olsaydım” dediğinizde, bir an durup etrafınıza bakın. Belki de aradığınız o benzerlik, o güzellik, o huzur, size düşündüğünüzden çok daha yakın bir yerdedir. Belki de sadece bir otobüs yolculuğu uzaklıkta… Ve belki de en güzeli, bizimkidir.