Yine o günlerden biri… Antalya'nın o tatlı esen rüzgârı, içimize huzur dolduruyor derken, bir yandan da içimizi burkan haberler geliyor. Üç farklı yerden dumanlar yükseliyor. Yangınlar…

Ama bu kez, yazın o kavurucu, bunaltıcı sıcağı yok. Hava ılık, tatlı bir esinti var. İşte bu yüzden, içimize bir şüphe düşüyor. Bu yangınlar, o bildiğimiz "sıcak hava dalgası" yangınlarından değil, bu işte bir gariplik var bana kalırsa…

Normalde “Antalya’da yangın” denince, hemen aklımıza 40 dereceyi aşan sıcaklık, kuruyan otlar ve ihmal gelir. Ancak şimdi durum farklı. Ortam ne kavurucu ne de nemli. Hava tatlı tatlı esiyor, evet, ama bu rüzgâr yangınları körüklemekten çok daha fazlasını yapıyor gibi. Adeta, yanan ağaçların kokusunu şehrin dört bir yanına taşıyor. Sanki birileri, bu yangınları gizlemek yerine, kokusunu tüm şehre yaymak istiyor gibi.

Bu kadar farklı noktada, bu kadar kısa sürede çıkan yangınlar, tesadüf kelimesinin anlamını zorluyor. İnsan ister istemez sorguluyor: Bu yangınlar gerçekten de doğa olaylarının bir sonucu mu, yoksa arkasında başka eller mi var? O tatlı esen rüzgâr, bu yangınların "tesadüfen" aynı anda çıktığına inanmamızı zorlaştırıyor. Bu durum, şehrin güzelliklerine, doğasına, ciğerlerine yapılan bir saldırı gibi hissettiriyor.

Bizim güzel şehrimizin akciğerleri yanarken, elimiz kolumuz bağlı kalıyoruz. Yangınla mücadele ekipleri büyük bir özveriyle çalışsa da, her seferinde üç ayrı noktadan çıkan alevler karşısında şaşkınlık yaşıyoruz. Acaba bu, yangınları çıkaranların bir oyunu mu? Bizi oyalama taktiği mi? Yangınlar bitse bile, içimizdeki o rahatsız edici his bitmiyor. Her rüzgâr estiğinde, her duman kokusu aldığımızda kalbimiz sıkışıyor.

Bu durum, sadece yangın haberleri değil, aynı zamanda şehrin geleceği hakkında da derin bir endişe yaratıyor. Eğer bu yangınlar normal değilse, normalin dışındaki bu duruma karşı nasıl bir önlem alınıyor? Gelecek yazın nasıl olacağını kimse bilmiyor. Ama bu gidişle, o tatlı rüzgârın getirdiği serinlik yerine, yangınların kokusunu içimize çekmeye alışmak zorunda kalacağız gibi duruyor.

Herkesin bir ağızdan "Bu işte bir bit yeniği var" dediği bir ortamda, yetkililerin bu yangınların nedenlerini çok daha net ve şeffaf bir şekilde açıklaması gerekiyor. İnsanlar, neden üç farklı noktada aynı anda yangın çıktığını, sıcaklığın düşük olmasına rağmen alevlerin neden bu kadar hızlı yayıldığını bilmek istiyor. Aksi takdirde, bu şüphe bulutu şehrin üzerinde kalmaya devam edecek.

Antalya, güneşin, denizin ve tarihin şehri. Ama aynı zamanda yanan ağaçların, içimize düşen şüphelerin de şehri olmaya başladı. O güzel rüzgâr, artık sadece tatlı anılarımızı değil, geleceğe dair kaygılarımızı da fısıldıyor kulağımıza. Umarım bu yangınlar bir an önce söner ve bu sorularımıza tatmin edici cevaplar buluruz. Yoksa o tatlı esintinin altında yanan bu şehir, eski neşesini bir daha bulamayabilir.

Durum acı da bakmayın siz bana…