Tarım arazilerinde, özellikle karasal iklimin hüküm sürdüğü bölgelerde, bir yıl ekilen tarlalar ikinci yıl genellikle nadasa bırakılır.
Toprağın dinlenmesi, yeniden verim kazanması için bu bir zorunluluktur. Ben de kendimi 15-20 günlüğüne nadasa bıraktım. Biraz dinlenmek, biraz da farklı bakış açıları yakalamak istedim. Bu süre içinde kaleme aldığım bazı yazıları ise “yanlış anlaşılır” kaygısıyla kenara koydum. Belki fazla hassasiyet gösterdim, belki de içinde bulunduğumuz siyasi iklim beni etkiledi.
Elbette bu süre boyunca tarım gündemi hız kesmedi. Örneğin Döşemealtı kabağının coğrafi işaret başvurusu yapıldı. Tarım İl Müdürlüğü’nden ATSO’ya, Ticaret Borsası’ndan Döşemealtı Belediyesi’ne ve üreticilere kadar birçok kurum, kişi ve özellikle Kahraman Köktürk hoca bu sürece destek verdi. Bölge son dönemde zeytin ve nar üretimiyle öne çıksa da, Ekşili domatesi gibi geçmişten gelen markalaşmış ürünleri de unutmamak gerekir. Coğrafi işaret almak, sadece bir ürüne kimlik kazandırmakla kalmaz; üreticinin emeğine değer katar, kazancını artırır.
Tam da bu konuları takip ederken, Döşemealtı kabağını mutfağında en çok kullanan şeflerden biri olan Mehmet Akdağ Bey’in sözleri dikkatimi çekti. Restoranında tercih edilen et yemeklerinde, Antalya’da yetişen keçi ve oğlakların kullanılmasının önemine değindi. Eğer bu üretim desteklenmezse, yakın gelecekte tedarik sorunları yaşanabileceğini vurguladı. Bu örnek bile, coğrafi işaretli veya bölgesel ürünlerin ne kadar kıymetli olduğunu göstermeye yetmez mi? Belki de bu çıkış, bölgedeki Honamlı keçisinin geleceği için önemli bir dönüm noktası olabilir.
Antalya Valisi’nin coğrafi işaret konusundaki hassasiyeti de umut verici. Yeter ki mera varlığımızı koruyabilelim. Çünkü yeme-içme sektörü tarımsal üretim için en etkili tanıtım aracıdır. Dünyada kaç kişi mozzarella peynirini tanıyor? Oysa İtalyan mutfağındaki neredeyse her yemekte ana unsur olarak kullanıldığı için bu kadar bilinir hale geldi.
Peki neden Antalya’nın yerel ürünleri de aynı yoldan ilerlemesin? Mehmet Şef’in menüsünde Manavgat susamından tahin, Çandır fasulyesi, Döşemealtı kabağı ve Honamlı keçisi neden dünyaca tanınmasın? Fransa’da bir restoranda Elmalı bağlarının üzümüyle yapılmış bir içeceğin yanında nefis bir Honamlı eti servis edilse, üzerine de Döşemealtı kabağından yapılmış, Manavgat susamı ve Türk ceviziyle taçlandırılmış bir tatlı gelse… Yanında da keçi sütünden üretilmiş yanıksı dondurma olsa…
Hayal gibi geliyor ama aslında elimizdeki potansiyelin ta kendisi bu. Yeter ki fırsatları doğru değerlendirelim, yerel ürünlerimizi koruyup marka değerine dönüştürelim. Çünkü dünyada söz sahibi olmanın yollarından biri de mutfaktan geçiyor.