Bazen insan kalabalıktan uzaklaşıp dinlenmek istiyor. Yalnızca kuş sesleri, deniz sesleri, biraz da çam kokusu… İşte tam da öyle zamanlarda, Antalya’da doğayla baş başa kalmak gibisi yok...

Tatil deyince çoğunun aklına hemen lüks oteller, şezlong sıraları, havuz başı kalabalığı geliyor. Bunların dışında Antalya’nın öyle köşeleri var ki, insan kendini başka bir dünyada sanıyor. Sessiz, sakin, kimselerin pek uğramadığı... Doğa orada hâlâ kendisi gibi duruyor, hiç acelesi yok hiç rol yapası yok öylece…

Kumluca’nın kıyılarında, Olympos’un ağaç evlerinde ya da Kaş’ın çakıl koylarında zaman yavaşlıyor. Sabahın erken saatinde uyanıp, kahveni kuş sesleri eşliğinde içiyorsun… Bunları hayal etmek bile güzel… Ayağının altına taş değiyor, saçına rüzgâr değiyor. Bir bakıyorsun, doğa seni kucaklamış, yorgunluğunu tek tek alıyor.

Likya Yolu’na adım attığında mesela… Çam ormanlarının arasından Akdeniz maviliğiyle göz göze geliyorsun. Terliyorsun, yoruluyorsun ama mutlusun çünkü o gürültülü şehir geride kalıyor.

Yıldızları görmek isteyenler için doğa birebir. Tüm ışık kirliliğini geride bırakarak yıldızları izlemek… Anlatılmaz bir his, yaşamak gerekiyor.

Denize girmek bile başka bir anlam kazandırıyor insanda. Kimse izlemiyor seni, deniz seninle dost gibi. Dalga vuruyor ama oyun oynuyor, yel vuruyor hafif hafif yüzüne…

Tatili otellerde geçirmektense doğa ile iç içe geçirmeyi tercih ederim en azından ses yok, gürültü yok. İçsel yolculuk ile birlikte dinlenerek bol bol temiz havayı hissetmek…