Geçtiğimiz aylarda sebze fiyatlarında ciddi düşüşler yaşandı. Aslında, ani fiyat dalgalanmaları her yıl dönemsel olarak sıkça karşılaşılan sorunlardan biridir. Özellikle domates, hıyar ve kabakta fiyat istikrarsızlığı kronik hale gelmiş durumda.
Bu dalgalanmaların temel nedeni, her zaman söylediğim gibi, plansızlıktır. Son yıllarda gıda fiyatlarının yükselmesi ise siyasi iktidar tarafından pek hoş karşılanmıyor. Sebze ve meyve fiyatları arttıkça, tüketiciler pazarda fiyatlara tepki göstermeye başlıyor. Mutfağına yeterince yiyecek alamayan vatandaş, suçlu olarak siyasi iktidarı hedef alıyor. Bu noktada aklıma dönemin önemli siyasetçilerinden Süleyman Demirel’in sözü geliyor: “Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur.”
Siyasiler, enflasyonu düşürmek ve halkın tepkisini azaltmak için bazen ihracatı yavaşlatıyor, bazen de ithalatı teşvik ediyor. İçeride fiyatlar yükseldiğinde, ihracat yapan firmalar aniden yurt dışı satışlarını yavaşlatıyor ve fiyatlar hızla düşüyor. Bunun iki nedeni olabilir: Birincisi, yurt dışı satışların karlı olmaması; bu durumda satışların azalması anlaşılabilir. İkincisi ise kamu tarafından ihracatın bilinçli olarak yavaşlatılması ki bu üretici açısından riskli bir yaklaşım.
Geçtiğimiz haftalarda yazdığım bir yazı sonrası, Antalya halinde uzun yıllardır komisyonculuk yapan bazı arkadaşlarım arayıp dertlerini anlattılar. Ortak şikayetleri, sebze fiyatını yükseltmeye çalıştıkları anda sanki görünmeyen bir güç devreye giriyor ve satışlar aniden kesiliyormuş. Fiyatlar düştüğünde ise satışlar normal seyrine geri dönüyormuş.
Bu durumu sadece arz-talep dengesiyle açıklamak zor. Yıllardır piyasayı yöneten komisyoncular ve çiftçiler, bunun piyasa koşullarından kaynaklanmadığını, başka bir etkenin olduğunu net biçimde söylüyorlar. “Hiçbir şey yoksa bile bir şey vardır” demek geliyor içimden.
Benim savunduğum yaklaşım ise üretim halleri ile tüketim hallerinin ayrılmasıdır. Örneğin Antalya, Mersin, Adana ve Bursa gibi üretimin yoğun olduğu illerde hal yapısı farklı olmalı. İstanbul, Ankara gibi tüketimin fazla olduğu ve ürünlerin geldiği yerlerde ise tüketim halleri olarak ayrı bir yapı kurulmalı.
Elbette üretim ve tüketim halleri ile ilgili farklı görüşler ortaya çıkabilir ve nasıl bir yapılanma gerektiği konusunda çeşitli öneriler sunulabilir.
Antalya halini üretim hali olarak düşündüğümüzde, piyasa; üretici, tüccar ve tüketim hallerine mal götüren tüccarların yer aldığı bir komisyon tarafından günlük olarak belirleniyor. Hale gelen ürünlerin miktarı, o günkü ortalama talep gibi kriterlere göre fiyatlar tespit edilip duyuruluyor. Talepte ani artış olursa piyasa üstü fiyatlardan alım-satım yapılabiliyor; tersi durumda ise fiyatlar düşüyor.
Bu nedenle, sürdürülebilir bir fiyat istikrarı için üretim ve tüketim halleri arasındaki yapısal ayrımın yapılması ve piyasa dinamiklerinin şeffaf ve planlı bir şekilde yönetilmesi şarttır.