Tarımsal üretimin temelinde doğru planlama ve yer seçimi yer alır. Bu planlama sürecinde toprağın, su kaynaklarının ve iklim koşullarının detaylı analizi hayati önem taşır. Üretilecek bitkinin yetişme şartlarına uygunluğu değerlendirilmeden yapılan yatırım, çoğu zaman geri dönüşü olmayan kayıplara neden olabilir.
Özellikle sulama ihtiyacı olan ürünlerde, su kaynağına olan mesafe, suyun kalitesi ve sulama maliyetleri; verim ve kazanç beklentisiyle örtüşmeli. Aynı şekilde, toprağın besin elementleri açısından zenginliği ve uygulanacak gübreleme programı da önceden planlanmalıdır. Eğer toprak ve su kriterleri sağlıklıysa, sıra gelir iklimsel verilere. Çünkü tarımsal üretimde kontrol edilmesi en güç faktör iklimdir — ve kimi zaman, üreticinin tüm çabasını bir gecede boşa çıkarabilir.
Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin birçok bölgesi şiddetli zirai don olaylarıyla karşı karşıya kaldı. Bu ani soğuklar turunçgillerden patatese, kayısıdan üzüme kadar geniş bir ürün yelpazesinde ciddi hasarlara neden oldu. Oysa çiftçiler bu riskleri bilir ve çoğu, kendi imkanları doğrultusunda önlem alır. Özellikle meyve bahçelerinde soba, rüzgar makinesi, don perdeleri gibi çeşitli tekniklerle koruma sağlanmaya çalışılır. Ancak doğanın karşısında alınan önlemler bazen yetersiz kalabiliyor.
Don olaylarının bu yılki etkisi, alışılmışın çok ötesinde oldu. Gözlemlerime göre, don süresi uzadı, hava sıcaklıkları son yılların en düşük seviyelerine indi ve bu durum rekolte kayıplarını ciddi şekilde artırdı. Ürünlerin hem kalitesinde hem de miktarında düşüşler yaşanacak. Bu noktada Tarım ve Orman Bakanlığı’na düşen en acil görev, etkilenen bölgelerde hızlı bir hasar tespiti yaparak hangi ürünlerden ne kadar kayıp yaşandığını belirlemektir.
Ardından, iç piyasa dengesinin bozulmaması için arz açığı olan ürünlerde ithalat planlaması yapılmalıdır. Bu süreç, “Paramız var, ithal ederiz” anlayışıyla değil, stratejik ve geçici bir çözüm olarak ele alınmalıdır. Çünkü özellikle meyve ürünlerinde yaşanan kayıplar, halkın bu ürünlere erişimini zorlaştıracak; fiyatlar yükselecek, gıda enflasyonu tırmanacaktır.
Ayrıca bu durum, tarımsal ihracatımızı da sekteye uğratacaktır. Belki bu açığı diğer sektörlerdeki performansla telafi etmeye çalışacağız; ama artan ithalat faturası, ekonomide ayrı bir yük oluşturacak.
Tüm bu tablo içinde bir başka önemli mesele daha var: Üretici destekleri. Devlet, bu dönemde üretim yapan çiftçilere destek vermek zorundadır. Ancak bu desteklerin gerçek üreticilere ulaşması, yani yalnızca arazi sahiplerine değil, toprağı ekip biçen, risk alan, alın teri döken üreticilere yönelmesi şarttır.
Don geldi geçti, ama bıraktığı iz uzun sürecek. Bu süreci doğru yönetemezsek, sadece çiftçi değil, soframızdaki her bir lokma da bu kayıplardan payını alacak.