“Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet, henüz bir millet adını alma yeteneğini kazanamamıştır” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün öğretmenlere verdiği değerle bugün verilen değeri kıyaslamak aptallık olur. Ancak değer değişimi bu kadar acı olmak yerine daha kaliteli bir hal alabilirdi.

Birçoğu ilk okul mezunu olan vasıfsız milletvekillerini, işlevlerini yitiren muhtarlıkları, yandaşlarını, yalakaları ve daha sayamadığım birçok kişiyi doyuran devletimiz maalesef yıllarca okuyan ve tek amacı eğitimi yaymak olan öğretmenleri süründürmeyi tercih ediyor. Evet bence bu tercih.

Dünyadaki diğer ülkeler her geçen gün eğitime harcanan paranın miktarını arttırırken, bizim ülkemizde bu tam tersi. İşte bunun için bu tercih oluyor. Geçtiğimiz günlerde Antalya’da çocuğu okuyan bir anne muhabir arkadaşlarımızdan biri ile yaptığı haberde şu sözleri söyledi; “Okullar parasız. Pislik içinde. Çocuklarımız o pisliğin içinde kalmasın diye okullara bağış yapıyoruz. Temizlik malzemelerini, güvenliği, temizlikçi parasını biz ödüyoruz. Şimdi Türkiye’de ücretsiz eğitim var diyebilir miyiz?” sözler çok acı. Türkiye’deki eğitimde öğrenciye mi, ailelere mi, öğretmenlere yanalım.

Bu kadar şey yaşanırken, Cumhurbaşkanın atanamamış bir öğretmen ile yaptığı konuşma acılara tuz biber oldu. Yıllarca emek veren atamamış öğretmen, Cumhurbaşkanımıza, “Defalarca Ankara’ya geldik. Sizin genel merkezinize geldik. Bütün kapılar yüzümüze kapandı” diyor. Cumhurbaşkanımızda, “Bak yalan konuşuyorsun! Benim partimin kapısı kimseye kapanmaz!” diye cevap veriyor.

Şuna eminim Ak Parti Genel Merkezi o öğretmenin yüzüne kapı kapatmıştır. Ama bunun suçlusu Cumhurbaşkanı değil. Tabi mantıken baktığınızda Cumhurbaşkanımız her şeyle tek tek ilgileniyor. Ancak bu yoğunlukta genel merkeze kim gelmiş, neden gelmiş bilemez. Benzin fiyatından, milletvekili maaşlarına kadar tek başına belirleyen Cumhurbaşkanımız, kızımın yüzüne kapanan kapıyı da takip edemez ki.