Ey gidi eylül! Okulların açıldığı, havaların serinlemeye başladığı, sonbaharın o tatlı, melankolik esintisini getiren ay…
En azından normalde öyle olurdu. Ama Antalya'da durumlar biraz farklı…
Bu şehirde yaz, sanki takvime uymayı reddediyor. Hatta bu durumu biraz ti'ye alarak "Antalya'da eylül, ağustosun ikinci yarısıdır" deriz. O kavurucu sıcaklık, o bunaltıcı nem, eylülde de yakamızı bırakmıyor.
Okullar açılıyor, şehirdeki trafik artıyor, tatilciler yavaş yavaş evlerine dönüyor ama güneşin gücü hala aynı. Sanki bize, "Benden bu kadar kolay kurtulamazsınız!" der gibi oluyor.
En çok da çocuklara üzülüyorum. Yeni okul yılı başlıyor, defterler, kitaplar alınmış ama o sıcaklık yüzünden teneffüslerde bile gölge kovalamaktan başka bir şey yapamıyorlar. Hani o koşup oynama, top peşinde koşturma hevesi var ya, o heves bile sıcakla beraber buhar olup uçuyor. Öğretmenler bile, sınıfları havalandırmaya çalışırken zorlanıyor.
Yine de bu bitmeyen yazın kendine göre güzellikleri de yok değil. Denize girmek için hala bolca vaktimiz var. Eylül ayı demek, denizin en güzel, en ılıman olduğu zaman demek. Plajlar biraz daha sakin, kalabalıklar azalmış ama suyun sıcaklığı hala tam kıvamında…
Şapkamızı, güneş kremimizi, suyumuzu yanımızdan ayırmamayı öğrenmeliyiz. Klimaların faturasını düşünmeden çalıştırmanın hayalini kurmak yerine, evlerimizi doğal yollarla nasıl daha serin tutarız, onu araştırmalıyız. Bu, artık bir yaşam kültürü haline gelmeli bana kalırsa
Umarım, çok geç olmadan o tatlı serin rüzgarlar eser, bizi rahatlatır. Ama o rüzgarlar esene kadar, terlemeye devam. Çünkü burası Antalya ve burada yaz, takvimi takmıyor!