Antalya sokaklarında yürürken sadece bugünün şehir planlamasını değil, geçmişin izlerini de görürüm. Her kaldırım taşında, her avlu duvarında, bu topraklara kök salan nice ailenin gölgesi vardır. Bizimkisi de onlardan biridir.

Mora’dan gelen bir demircinin, Mısır’dan gelen bir haber ulağının, sonra da bir gönüllü imamın hikâyesi... Ve nihayet Cumhuriyet’le mühendis olan bir çocuğun öyküsü...
Hepsi bir araya geldiğinde, bu şehirde sıradan bir soyun değil; direnişle, sabırla, emekle örülmüş bir soyun izini bırakıyor.

Tekeli Mehmet Paşa Camii’nde Bir Gönüllü: Ahmet Efendi

Ahmet Efendi, Mısır İskenderiyesi’nde Osmanlı ordusunda görevliyken, sadece askeriyle değil, aklıyla da öne çıkan biriydi. Surre Alaylarıyla birlikte defalarca Hac yolculuğuna katılmış, Arapça öğrenmişti.
Görevi, emirleri ve resmî yazıları taşımak olsa da, Mekke sokaklarında geçen yıllar ona yalnızca dil değil, bir ruh derinliği de kazandırdı.
Antalya’ya yerleştikten sonra, bu bilgi ve inanç birikimini Tekeli Mehmet Paşa Camii’nde halkla paylaştı. O dönemde imamlar maaş almazdı. Dinî görevler, devletin değil toplumun vicdanına dayanırdı. Ahmet Efendi de bu görevi bir maaş karşılığı değil, gönüllü olarak yürüttü.
Ne bir talep etti ne de bir beklenti içinde oldu. Caminin minberine çıktığında, onunla birlikte bir göçmenin sesi de yankılandı Antalya’da. O ses, hâlâ bu şehrin taşında, toprağında kayıtlıdır.

Ormanın İçinden Gelen Bir Aydınlık: Hüsnü Efendi

Göçle gelen kuşakların en büyük hayali, kök salmak değil, filiz vermekti. İşte bu yüzden Cumhuriyet’in ilanı, sadece bir rejim değişikliği değil; bizim ailemiz için yepyeni bir başlangıç oldu.
Ahmet Efendi’nin torunu olan Hüsnü Efendi, Cumhuriyet’in sunduğu eğitim olanaklarından yararlanarak ormancılık eğitimi aldı. Henüz Türkiye’de orman mühendisliği yeni yeni sistemleşirken, o genç yaşta bu alana yöneldi. Doğaya, devlete ve topluma hizmet etmenin başka bir biçimiydi bu.
Ailesi Osmanlı döneminde “Neşar” adıyla anılsa da, Hüsnü Efendi bu ismin Arapça kökenli olduğunu düşündüğü için, Cumhuriyet’in dilde sadeleşme ilkesi doğrultusunda soyadını değiştirdi. Ve böylece ailede yeni bir sayfa açıldı: “Yayıcı” soyadı.
Bir zamanlar emirleri yayan bir neslin, artık bilgiyi, aydınlığı ve Cumhuriyet değerlerini yayan yeni temsilcisiydi.

Antalya’da Sadece Yaşamadık, Katıldık

Bu şehirde yalnızca nefes almadık; inşa ettik, koruduk, yol gösterdik.
Bir demirci ocağında şekillenen alın teri, bir cami minberinden yükselen dua, bir mühendis masasında çizilen orman planı... Hepsi bir bütünün parçasıydı.
Biz Antalya’da sadece barınmadık; bu şehrin hafızasına dâhil olduk.
Bugün bizden sonrakiler rahatça “bu şehir bizim” diyebiliyorsa, o cümleye bu kadar rahatlık, geçmişin alın terinden geliyor.
Neşar’dan Yayıcı’ya uzanan bu yol, sadece bir soyad hikâyesi değil; bu topraklara tutulmuş bir sözün adıdır.