Bir zamanlar Antalya’da mahalle denince aklımıza yalnızca evler gelmezdi. Mahalle deyince, komşuydu, sokaktı, bakkaldı, sabah selamıydı… Şimdi ise yoklar…
Antalya gibi hızlı büyüyen şehirlerde, her yeni konut, her yeni site biraz daha koparıyor bizi eski komşuluklardan. Eskiden bir sokakta herkes birbirini tanırdı. Kimin o gün morali bozuk, kimin tenceresinde ne pişmiş, kimin çocuğu sınava giriyor… Bilirdik. Şimdi aynı apartmanda oturup birbirine “merhaba” bile demeyen komşular var çevremizde…
Mahalle bakkalı vardı önceden, her çocuğun veresiye defteri olurdu orada. Bakkal dayı, çocuğun şeker alırken üstünü bozduramazsa “Boş ver evladım, sonra getirirsin,” derdi. Şimdi zincir marketler sardı dört bir yanımızı… He bir de kasada robot gibi duran kasiyer, seni tanımaz, seslenmez. Bir “hayırlı günler” bile duyamazsınız birçoğundan.
Mahalle kahvesi vardı bir zamanlar, emekliler gazete okur, gençler tavla atardı. Şimdi her köşe başında kafe var, ama kimse kimseyle konuşmuyor. Herkes ekrana gömülü, kulaklıkla kendi dünyasında. Aynı masada üç kişi oturuyor ancak hiçbirinde konuşma yok.
Oysa Antalya gibi bir şehirde, mahalle kültürünü yaşatmak zor değil. Hâlâ bazı mahallelerde kapının önünde oturan teyzeler, sabah yürüyüşünde birbirine selam veren amcalar var. Gel gör ki her yeni inşaat, her yeni göç dalgası, o mahalle ruhunu biraz daha eritiyor. Beton çoğaldıkça konuşmalar da eksiliyor.
Mahalle kültürü sadece bir geçmişte kalmış değil, bir ihtiyaç aslında. Bir çocuk büyürken “komşu abla”yı, “bakkal amca”yı tanımalı. Yaşlı biri yalnız hissetmemeli. Bir felaket olduğunda önce komşu koşmalı yardıma. Ama biz bu bağı unuttuk. Duvarlarımız yükseldi, gönüllerimiz uzaklaştı.
Peki, bitti mi tamamen? Hayır.
Apartman gruplarında tanışan komşular, çocuklar için sokakta bayram şenlikleri düzenleyen aileler, “Bir tabak da karşıya gönderelim” diyen yaşlılar… Onlar bu kültürün kalan son neferleri. Belki de her birimiz bir adım atsak her şey düzelecek gibi…