Gece yatınca Karayazı’daki değişim ve gelişimi anlamaya çalışıryor, bir yandan da sabah gideceğimiz Zorova Köyünde durum nasıl olmuştur sorusuna yanıt ararken düşüncelerimin her noktasında 1964’ün Zorova yolculuğu gelip dikiliyordu karşıma.
1964 Eylül’ünde köylere haber gönderildikten iki gün sonra Yücelik Köyü muhtarı Mihrali ile kardeşi Hamit ilçeye geldiler. Yücelik Köyü, Karayazı’ya 10 kilometre kadardı. Normalde yürüyerek iki saatti, ama kağnı yavaş gittiği için üç saatte falan vardık köye. Köy karşıdan göründüğü zaman da bir şaşkınlık geçirdim. Hafif bir eğimle yükselen yamaç bir arazide mağara delikleri gibi bir alanda tek bir bina görünüyordu.
“Muhtar Aha okul da orasıdır” deyince “Köy nerede” dedim.
O, hayret ve şaşkınlık içinde “Görmüyor musun hocam işte orasıdır” diye küçük mağara oyukları gibi görünen alanın köy olduğunu söyledi.
Biraz sonra küçük bir çaydan geçerek köyün içine girdik. O küçük mağara deliği gibi görünen yerler evlerin güney cephesindeki giriş kapıları ile pencerelermiş. Çünkü evlerin güneye bakan tek cephesi vardı. Diğer cepheler ve evin tamamı toprağın içinde gömülü vaziyette idi. Toprağın üstündeki tek bina köyün 200 metre kadar dışında kalan ilkokul binası idi.
Muhtarın evinin önüne gelince gaz tenekesi un çuvalı ne varsa eşyalarını kardeşleriyle beraber boşalttıktan sonra muhtar benim yükü omzuna alıp “Haydi gidelim hocam” dedi.
Yaklaşık 300 metre sonra da okula vardık. Kapı açıktı. Girişte sağda tezeklik, solda tuvalet kapısından sonra yine solda dersliğe açılan bir kapı vardı. Girişin tam karşısındaki kapıdan odaya girdik. Oda yaklaşık 3x3 m. ebatlarındaydı. Kuzey duvarında 120x150 ebatlarında bir pencere vardı.
Muhtar “Tezekliğe kapı gerekmez. Onu getireyim şuraya bir yatak yapalım” dedi.
Pencereden tarafa yan yana iki sandalye koydu. İki metre kadar ileride o sandalyelerin tam karşısına iki sandalye daha koydu. Tezekliğin kapısını menteşelerinden söküp getirerek sandalyelerin üzerine koyunca 70x200 ebatlarında bir karyola oldu.
Yükü çözüp içinden yatakla yorganı karyolanın üstüne koyduk. Yükü sardığımız kilimi tabana yazdık. Yükün içinden çıkan gaz ocağı tencere tabak vs pencerenin sağ tarafına koyarak o köşeyi mutfak gibi yaptık. Yiyecekleri de karyolanın altına koyduk. Ders araçlarını (pergel, cetvel, iletki, mevsim şeridi, tarih şeridi, 6 parça halinde ecza dolabı) sonra sınıfa götürmek üzere masanın üstüne koyduk.
Odayı böylece kabataslak yerleştirdikten sonra Muhtar “Evin çok güzel oldu hocam. Haydi, gidelim artık” dedi.
“Nereye gideceğiz” dedim;
“Sen şimdi yeni geldin. Ben yemek hazırlattım. Şimdi bize gidelim. Akşam evine gelirsin” dedi.
24 saattir sürekli hiç bilmediğim görmediğim yeni bir şeyle karşılaştığım için gitmek istemiyor, oturup gördüklerimi hazmetmek için yalnız kalmak istiyordum. Fakat muhtar ısrar edince tamam dedim. Kapıyı çekip çıktık. Kapının kilidi yoktu. Fakat dış kapının ise ne kilidi ne kolu ve ne de anahtarı hiçbir şeyi yoktu.
Muhtar “Gece yatmadan önce şu sopayı kapının arkasına dayarsın. Kurt murt giremez” dedi.
Fakat dış kapının açık kalmasını içime sindiremedim. Kapı kasasında bir çivi vardı. Hemen geri dönüp tarhana kesesinin ipini kesip alarak kapı kolunun deliğinden bağlayıp kasadaki çiviye geçirdim. Yalnızlığı ilk kez derinden hissettim ki bundan sonraki hayatıma yalnızlık, gece ve karlar hükmedecekti. Hatta kendimi yalnızların tanrısı gibi görecektim.
(Ölümün Pençesinde Dört Yolcu) adlı kitabımdan
YALNIZLAR TANRISI 1
Ey şans
Ne zaman güleceksin bana?
Kumar masalarında seni ve sabahları
Söyle ne kadar bekleyeceğim daha?
Falcı kadın
Söyle nereye kadar
Geceler ve acılarla sürecek yaşantım?
İyi bak şu fincana
Söyle nerede bitecek yalnızlığım?
Ben artık yalnızlara tanrı olmaktan bıktım.
02.03.1966 Zorova (Yalnızlık, Gece ve Karlar’dan)