Antalya’da yaşayan bir vatandaş olarak suyun önemini çok iyi bilirim. Gerçi hepimiz çok iyi biliriz, bir bardak suyun o değerini, her bir yudum, her bir damla yaşam doludur.

Bir gün akmazsa ne olur hiç düşündük mü? Çayımızı, kahvemizi, yemeğimizi, yıkanmamızı, tarlamızı hep suyla yaparız. O musluktan bir gün su gelmezse işte o zaman kötü olacak…

Önceden sokaklarda çeşmeler vardı, kovalara su doldururduk. Herkes birbirine ‘sıran mı?’ diye sorardık. Su yalnızca gereksinim değil aynı zamanda bir buluşma noktasıydı. Şimdi çoğumuzun evinde su akıyor, tıraş oluyoruz, bulaşık yıkıyoruz, su bazen boş yere akıyor. Kimsenin içi sızlamıyor.

Bir de şunu düşünün dünyada milyarlarca insan temiz suya ulaşamıyor. Biz hala arıtılmış suya, musluk suyu içilmez deyip burun kıvırıyoruz. Afrika’da bir çocuk su taşımak için kilometrelerce yol yürüor, biz marketten aldığımız suyu eve taşırken bile şikayet edip duruyoruz. Bir farkındalık sorunumuz var da kimse farkında değil.

Antalya gibi sıcak iklimli bir yerde bu değer daha da artıyor. Yazın gölge bile yetmez, buz gibi bir bardak suyla yaşam buluyor insan. Ancak bu şehirde bile bahçeler hortumla saatlerce sulanıyor. Çim alanlar gece gündüz ıslanıyor. Oysa barajlarımız alarm veriyor, yer altı suları deseniz yok oluyor. Bu gidişle su bile bulamayacağız.

Evde ilk önce önlem almak gerekiyor, diş fırçalarken musluğu kapatmak, bulaşıkları makinede yıkamak, arabayı kovayla temizlemek gibi küçük küçük şeyler… Milyonlarca insanın yaşamında büyük farklar yaratıyor. Lakin alışkanlıklarımızla yüzleşmekten kaçınıyoruz.

İşin bir de tarım tarafı var. Türkiye’nin su tüketiminin en büyük kısmı tarımda harcanıyor. Ama öyle verimsiz sistemler kullanıyoruz ki, su toprağa değil, havaya karışıyor. Damla sulama, gece sulama gibi teknikler hâlâ her yerde uygulanmıyor. Halbuki tarım, suyu doğru kullanmadan ayakta kalamaz.

Kısacası su yaşamımızdan bir şey ve onsuz aslında hiçbirimiz yokuz. O yüzden su gibi geçsin ömrümüz ancak su gibi boşa akmasın…