Antalya, denizi, güneşi ve lüks otelleriyle parlayan bir vitrin. Ama bu ihtişamın ardında, şehrin asıl motor gücü olan devasa bir iş gücü yatıyor. Ve bu iş gücünün çok önemli bir parçası, her daim güler yüzlü, becerikli ve çalışkan kadınlardan oluşuyor.

Restoran mutfaklarından, otel kat hizmetlerine, tur acentelerinin arka ofislerinden, tarım seralarının sıcaklığına kadar... Antalya'yı ayakta tutan çarkların her dişlisinde kadınların emeği var. Ancak bu emeğin görünürlüğü ile değeri arasında çoğu zaman büyük bir uçurum bulunuyor.
Kadınların Antalya iş yaşamında en yoğun bulunduğu yer şüphesiz turizm. Otelcilikte kadın, hizmetin yüzü ve özü gibi algılanır. Fakat bu durum, beraberinde ağır bir esneklik beklentisi getirir. Sezonluk çalışmanın belirsizliği, uzun ve yorucu mesai saatleri, özellikle de evdeki sorumluluklarla birleşince, kadın emeği adeta sınırsız bir kaynak gibi tüketilmeye çalışılıyor. "Güler yüzlü hizmet" maskesinin ardında, emeğinin karşılığını tam alamayan, güvencesiz ve yorucu bir döngüye sıkışan kadınlarımızın sayısı az değil. Eleştirel olmamız gerekirse, sektörün kadın emeğini bir "maliyet optimizasyonu" aracı olarak görme eğilimi maalesef devam ediyor.
Antalya ekonomisinin bir diğer ayağı olan tarım ve aile işletmelerinde de kadının yeri sarsılmaz. Seranın ilk tohumundan, pazar tezgâhındaki son ürüne kadar kadınların fiziksel gücü ve özverisi olmazsa olmaz. Ancak bu alandaki emek, çoğu zaman kayıt dışı ve ücretsiz aile emeği statüsünde kalıyor.
Kadın tarlada çalışıyor, ürünü topluyor, pazara getiriyor ama emeği hanenin geliri içinde eriyip gidiyor. Kendi adına karar verme ve ekonomik özgürlüğünü tam anlamıyla kullanma konusunda hala ciddi engellerle karşılaşıyorlar.
Kadınların iş yaşamındaki başarısı ve eğitim seviyeleri ortadayken, Antalya'nın büyük holdinglerinde, turizm şirketlerinde veya belediye yönetimlerinde üst düzey pozisyonlarda kadın sayısının hala yetersiz olması can sıkıcı. Başarılı kadınlar, alt kademelerde harikalar yaratıyor, ekipleri yönetiyor, ancak "cam tavan" denilen o görünmez bariyeri aşmakta zorlanıyorlar. Bu durum, sadece kadınların kariyerini değil, şirketlerin yaratıcılığını ve çeşitliliğini de engelliyor.
Antalya, nispeten kozmopolit ve güvenli bir şehir olsa da, gece geç saatlere kadar çalışan turizm emekçisi kadınların işe gidiş-geliş güvenliği önemli bir mesele olmaya devam ediyor.
İş yerinde maruz kalınan mobbing ve taciz konularında ise maalesef şeffaflık ve yaptırım mekanizmaları hala yeterince güçlü değil. Bir kadının, sadece işini yaptığı için kendini hem fiziksel hem de psikolojik olarak güvende hissetme hakkı, lüks değil temel bir zorunluluktur.
Bu tablo, bize Antalya'nın sadece güneşiyle değil, vicdanıyla da parlaması gerektiğini gösteriyor. Kadın emeğinin sömürülmesine değil, adil ve eşit koşullarda değer görmesine ihtiyacımız var. Sezonluk işçinin de, üst düzey yöneticinin de emeğine saygı gösteren, kreş ve bakım desteğiyle kadınların omuzlarındaki yükü hafifleten, şeffaf ve eşit ücret politikalarını uygulayan bir iş dünyası vizyonu şart.
Antalya'nın geleceği, sadece yeni oteller inşa etmekten geçmiyor. Asıl yatırım, kadınların potansiyelini serbest bırakmaktan geçiyor. Onlar güvenceli, eşit ve adil bir ortamda çalıştığında, sadece aile bütçesi değil, tüm şehir ekonomisi ve sosyal yaşamı kazanır. Çünkü bir kadın yükseldiğinde, tüm toplum yükselir. Antalya'nın parlayan yıldızı olmak, ancak bu samimi eşitlik ilkesiyle mümkün olacaktır.