Yine orman yangınları... Yine o simsiyah dumanlar, gökyüzünü kaplayan o acı koku ve içimize oturan o derin hüzün…

Sadece Antalya'da değil, tüm Akdeniz ve Ege'de aynı hikaye, aynı dram. Bıktık, usandık bu döngüden, değil mi?

Düşünüyorum da, bu ormanlar bizim nefesimiz. Portakal kokulu, çam kokulu o ormanlar... Oralarda yürüdüğümüzde ciğerlerimize dolan o mis gibi hava, bize hayat veriyor. Piknik masalarında oturduğumuz, çocukluğumuzun geçtiği, nice anılar biriktirdiğimiz o ağaçlar, aslında bizim birer yoldaşımız. Her birinin bir hikayesi, bir varoluş amacı var. Ama sonra bir an geliyor ve her şey, o korkunç alevlerin diliyle yok olmaya başlıyor.

Peki, neden sürekli oluyor bu yangınlar? Birkaç yıl ara verse diyoruz, yok... Her yaz yeniden, inatla başlıyor. Sebepleri tek bir noktada toplamak mümkün değil aslında. Bu bir zincirleme reaksiyon gibi. Her parçası birbirini tamamlıyor ve felakete davetiye çıkarıyor.

Birinci ve en acıtan neden, elbette insan. Evet, ta kendimiz. Bir sigara izmariti, yola atılmış bir cam parçası, söndürülmemiş bir mangal ateşi...

Bir de işin kötü niyetli tarafı var. Maalesef, bazı yangınların kasten çıkarıldığını da biliyoruz. Kundaklama deniyor adına. Hani o filmlerde olur ya, intikam almak için, bir arsayı boşaltmak için... İşte o korkunç senaryo, gerçek hayatta da yaşanıyor. Bir insanın, koskoca bir ormanı, içindeki binlerce canlıyla birlikte yok etmeye kalkışması, akıl alır gibi değil! Utanmayı geçtim, vicdan denilen duygu da yok bu varlıklarda!

Yangınları tetikleyen diğer bir önemli faktör de maalesef küresel iklim değişikliği. Sıcaklıklar artıyor, kuraklık uzuyor. Ormanlarımız adeta kuru bir barut fıçısına dönüyor. En ufak bir kıvılcım bile, bir anda her şeyi alevlere teslim etmeye yetiyor. Eskiden bu kadar kuraklık yoktu, eskiden bu kadar uzun süren sıcak hava dalgaları yaşanmıyordu. Artık doğa da eski doğa değil.

Bu zincire bir de Akdeniz ikliminin getirdiği etkenler ekleniyor. Rüzgar, yangınların en büyük düşmanı. Bir yanda kavurucu sıcak, diğer yanda rüzgarın esmesiyle birlikte alevler kontrolden çıkıyor, adeta bir dev gibi yayılarak ilerliyor. Bir de çam ağaçları gibi kolay tutuşan bitki örtüsü eklenince, maalesef felaketin önüne geçmek çok zorlaşıyor.

Peki, ne yapacağız?

Her yaz kaderimize razı mı geleceğiz?

Hayır, asla!

Bu yangınları durdurmak, sadece itfaiyenin veya devletin görevi değil. Bu hepimizin görevi. Ormanlık alanlara gittiğimizde bir çöp bile bırakmamak, mangal yakacaksak çok dikkatli olmak, en önemlisi de en ufak bir duman gördüğümüzde hemen yetkililere haber vermek. Bu, bir vatandaşlık borcu, bir insanlık görevi.

Sadece bireysel olarak değil, toplumsal olarak da bir bilinç yaratmamız lazım. Ormanlarımıza sahip çıkmak, yangın riski konusunda sürekli farkındalık yaratmak, bu konuyu sürekli gündemde tutmak...

Bu ormanlar bizim evimiz, yuvamız...