Bir zamanlar şarkılarda, türkülerde, övülen bir şehir vardı:
Bir şarkıda ;“Antalya’dan bakan gözler görürler görür cennetten bir yer.”
Bir türküde ise “Antalya’nın mor üzümü…” diye başlayan dizeler söylenirdi.
Şimdi böyle şarkılar, türküler besteleniyor mu? Hayır…
***
Peki ne oldu?
Son çeyrek asırda ne o cennetten iz kaldı, ne de mor üzümlerden.
Bağlar söküldü, narenciye bahçeleri yıkıldı, bereketli tarlaların yerinde şimdi beton yığınları yükseliyor.
Her sahilde yüksek beton oteller inşa edildi.
Antalya artık türkülerdeki gibi bir bağbozumu şehri değil, turizm kataloglarının parlak sayfalarına sıkışmış bir oteller şehri.
***
Tarım mı?
Terk edildi.
Üzüm bağının, narenciye ağacının, pamuğun, seraların yerine “all inclusive” paketler geldi.
Toprağın bereketi yerine arsaların rantı tercih edildi.
Gençler artık bağı bahçeyi değil, otellerin resepsiyonunu, turizm ajanslarını, inşaat sektörünü görüyor.
Çünkü tarım, masrafı çok; getirisi az.
Turizm mi? Anında döviz, nakit, rant.
***
Ama işte acı gerçek şu:
Turizmi cazip kılan da aslında o tarımsal kimlikti, o doğaydı.
Narenciye kokusuydu, üzüm bağlarının gölgesiydi.
Şimdi o dekor tüketildi. Antalya kendi türküsünü unuttu, kendi dalını kesti.
Evet, turizm tarımdan daha çok para getirdi.
Ama Antalya’yı “cennetten bir yer” yapan şey para değil, topraktı.
Toprak yok oldu.
Ve para da artık eskisi kadar kolay gelmiyor.
***
Beton geri dönmez.
Kuruyan dere bir daha coşmaz.
Yeraltı suyu çekildi mi, yerine kolayca dolmaz.
Bir türkünün kayboluşu, aslında bir kentin hafızasının kayboluşudur.
Antalya artık türkülerde değil, sadece reklam broşürlerinde yaşıyor.
Ama insanın içi acıyor:
O türküler, şarkılar gerçekten de boşuna söylenmemişti.