Sevgili Antalyalılar, günaydın. Bugün masaya yatıracağımız konu, hepimizin günlük hayatını, hatta penceremizden gördüğümüz manzarayı birebir etkileyen bir mesele: Şehrimizin geleceği. Son zamanlarda hepimizin ortak şikâyeti var, değil mi? "Antalya havasız kaldı," "Yeşil alan kalmadı," "Trafiğe çıkılmaz oldu."

Bir şehir sadece binalar ve yollardan ibaret değildir; bir şehir yaşayan bir organizmadır. Biz insanlar olarak, etrafımızdaki beton ne kadar artarsa, ruhumuz da o kadar sıkışır. Sabah pencereyi açtığımızda gördüğümüz manzarada çamaşır ipi gibi birbirine dizilmiş apartmanlar, gökyüzünü kesiyorsa, o günkü enerjimiz de düşer. Sürekli yüksek katlı beton bloklar arasında yaşamak, insanı doğal olarak yorar ve gerginleştirir. Maalesef, Antalya'nın birçok merkezi, bu yorgunluğu iliklerimize kadar hissettiriyor.
Bugün kullandığımız imar planlarının çoğu, Antalya’nın bugünkü nüfus yoğunluğunu ve turizm baskısını öngörmeyen, eski ihtiyaçlara göre hazırlanmış metinler. Bir zamanlar, "Şuraya birkaç kat daha ekleyelim, talep çok" mantığıyla yapılan ufak tefek değişiklikler, bugün koca bir şehri boğuyor. Adeta eski bir elbisenin düğmelerini zorlayarak iliklemeye çalışıyoruz ama nafile; elbise artık bedene uymuyor.
"Havasız kaldı" derken sadece değişmeceli konuşmuyorum. Yüksek katlı binalar denizden gelen esintiyi kesiyor, yeşil alanların betonla kaplanması, doğal serinleme mekanizmalarını yok ediyor. Kent, doğal klima sistemini kaybetti. Yaz aylarındaki nem ve bunaltıcı sıcak, bu betonlaşmayla birleşince çekilmez bir hal alıyor. Oysa Antalya'nın en büyük nimeti, Akdeniz’den gelen ferahlatıcı meltemiydi. Bu nimeti kendi ellerimizle hapsediyoruz.
Artık "ne kadar çok kat, o kadar iyi" döneminin sona ermesi gerekiyor. Yeni imar planı, öncelikle yeşili bir maliyet değil, bir zorunluluk olarak görmeli. Her mahallede kolay ulaşılabilir parklar, genişletilmiş kaldırımlar, gölgeli yürüyüş yolları... Bırakın binaları, önce insanı merkeze koyan bir şehir planlamasına ihtiyacımız var. Torosların heybeti, beton yığınlarının ardında kaybolmamalı.
Yüksek ve yalıtılmış binalar, komşuluk ilişkilerini de bitiriyor. Hepimiz lüks dairelerde otursak bile, asansörde karşılaştığımız komşuya yabancı kalıyoruz. Yeni imar, sadece binaların yüksekliğini değil, mahalle kültürünü ve sosyal etkileşimi de desteklemeli. Az katlı, avlulu, insanların birbirini görebileceği ve "iyi günler" diyebileceği yaşam alanlarına özlem duyuyoruz. Antalya'nın kendine has bir kimliği var, bu kimlik betonla silinmemeli.
Yeni imar, sadece yatay ve dikey genişlemeyi değil, trafiği de çözmeli. Kaçınılmaz olan göç ve büyüme karşısında, bireysel araç kullanımını teşvik etmeyen, raylı sistemleri ve bisiklet yollarını önceliklendiren bir geniş görüşlülük gerekiyor. Trafikte geçirilen her dakika, bizim hayattan çaldığımız değerli bir zaman dilimidir. Yeni plan, bu zamanı bize geri vermelidir.
Mimarlarımız, mühendislerimiz çok değerli. Ama artık binaların estetiği de bu kentin iklimiyle ve kültürüyle barışmalı. Yeni bir imar planı sadece teknik bir çizimden ibaret olamaz. Bu, şehrin bütün paydaşlarının, yani bizim, sizin, komşularımızın ve uzmanların katılımıyla hazırlanmalıdır. Kapalı kapılar ardında değil, şeffaf ve katılımcı bir süreçle bu planı oluşturmalıyız. Çünkü bu şehir hepimizin; havası da, trafiği de, yeşili de!
Antalya'nın potansiyeli çok büyük, ama potansiyelimizi beton mezarlarına dönüştürme lüksümüz yok. Nefes alabilen, yeşille bütünleşen, mahalle ruhunu yaşatan ve en önemlisi insanı mutlu eden bir Antalya hayalimiz var…
Hayal var da gerçekleşmesi zor gibi…