Merhaba… Acılar içindeyiz… Hani “Ciğerlerimiz Yandı!” manşetleri var ya, o kadar doğru ki.

Oksijen kaynaklarımız yanınca ciğerler yanıyor işte. Bu manşeti deyim anlamı ile okuyunca, sadece fiziki acıdan değil ruhsal acıdan da içimizin nasıl acıyabildiğini düşündüm.

2021 yılında Manavgat’ta yaşadığımız büyük felaketin izleri hafızalardayken, hâlâ yaraları tam olarak saramamışken, bu hafta sonu Türkiye’nin pek çok bölgesinde yeniden büyük orman yangınlarıyla karşı karşıya kaldık. Ege ile başladı Akdeniz ile devam ediyor. Sönmedi sönmüyor, ancak kontrol altına alınıyor. Can kayıpları var… Bu canlar birer sayı değil birer ömür, birer hayat! Önce Antalya Güzeloba’ da şehrin göbeği yanıyor. Yerleşim yerlerinin yanı olunca, rüzgâr ile yayıldı da yayıldı. Evlere sıçradı. Neyse ki kontrol altında diye sevinirken bu defa önce Aksu Pınarlı, Çakırlar sonra yine Manavgat… Antalya Valisi Sayın Hulusi Şahin, sadece haziran ayında Antalya bölgesinde 37 adet yangın tespit edildiğini ve bunların çeşitlilik gösteren nedenlerinin temelinin elektrik ve tarım kaynaklı olduğunu belirtti.

Artan sıcaklık dalgaları, kuraklık ve insan faaliyetleriyle birleştiğinde yangın riski çok daha yaygın ve yıkıcı hale geliyor. Bugün yaşadığımız yangınların çoğu insan kaynaklı. Anız yakma, tarımsal atıkların uygun olmayan şekilde doğaya bırakılması, orman içinde izinsiz girişler ve enerji nakil hatlarından kaynaklı kıvılcımlar yangınların başlıca nedenleri arasında yer alıyor. Bu ihmallerin bedelini yalnızca ormanlar değil, tüm yaşam ödemektedir. Çünkü bir orman sadece ağaçtan ibaret değil. Ormanların tahrip olması; sadece ağaçların değil, binlerce türün, su kaynaklarının, toprağın ve yerel yaşamın yok olması anlamına gelir. Ormanlar yaban hayatının evidir, su döngüsünün temelidir, erozyonun doğal önleyicisi ve iklimin dengeleyicisidir. İklim krizine karşı en iyi silahlarımızdan biri olan karbon yutaklarıdır. Teknik ve çevresel yazayım diyorum olmuyor… Açıklamalar yangınların çoğunda tespit edilen sebep elektrik kaçakları yönünde oldu. Kabul… Şüpheliler olduğu da söyleniyor ama bunu düşünmek istemiyorum, artık yorulduk. Peki, teknik aksamalardan ve kazalardan bahsederken, neden alt yapıyı üst yapıyı daha sağlam hale getiremiyoruz, düzeltemiyoruz neden önlem alamıyoruz? Hızlı davranıp elektrik hatlarını devre dışı bırakmak, hatları teknoloji ile denetlemek, yangın ihtimali yüksek bölgeleri yılda birkaç defa temizlemek ve yanıcıları ortadan kaldırmak lazım mesela… Para var (yok diyen için bir yorumum kalmadı, onları yok sayıyorum artık) teknoloji var insan gücü var yürek var bu ülkede. Enerji nakil hatları her daim yangına gebedir, ilk kez mi karşılaştık? Velhasıl, aklım almıyor. Bir internet sitesinde okuduğum manşet şöyle idi; “İzmir’de herkesin gözünde yaş var” Hepimizin inanın hepimizin gözünde yaş var. Bugün, yıl 2025, teknoloji, yapay zekâ, bilim, ilim, fen almış başını gitmiş, 81 yaşında yatalak bir canımız yangın evine sıçradı diye çaresizlikler içinde ölüyor. Eşi yardım bulmaya gitmiş iken… Dayanılacak gibi değil!

Derin bir iç çektim, aklımızı başımıza almamız lazım. En azından biz yön verenlerin yurttaşları uyarmamız, tüm merkezi ve yerel yönetimleri, kurumları, karar alıcıları iklim değişikliği gerçeğini gözeten, doğayla uyumlu, katılımcı, verilere dayanan ve sürdürülebilir bir orman koruma politikası oluşturmaya davet etmemiz lazım. Unutulmamalıdır ki, yangınla mücadele yalnızca yaz aylarında değil, yıl boyunca süren bilimsel, toplumsal ve ekolojik bir görev, ormanlarımıza karşı bir borcumuzdur.

Sağlıcakla ve sağduyuyla kalın, sevgiler…