Türkiye’nin uzun süredir tartışma konusu olan göç ve sığınmacı politikalarında yeni bir döneme giriyoruz.
28 Kasım 2025 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan kararla, geçici koruma altındaki Suriyelilere sunulan ücretsiz sağlık hizmetleri 1 Ocak 2026 itibarıyla sona eriyor. Bundan sonra sağlık hizmetleri için Suriyeliler de tıpkı Türk vatandaşları gibi katılım payı ödeyecek. Bu değişiklik, yalnızca teknik bir düzenleme değil; Türkiye’nin göç yönetiminde önemli bir kırılma noktası.
Peki bu karar ne anlama geliyor? Ve daha önemlisi: Türkiye’nin göç politikasının mali yükü gerçekten kimlerin omuzlarında?
Değişen Göç Politikası mı, Gecikmiş Bir Revizyon mu?
2011’den bu yana milyonlarca sığınmacıyı barındıran Türkiye, uzun yıllar boyunca Suriyelilere birçok kamusal hizmeti ücretsiz sundu. Sağlık, bunların en kritik olanıydı.
Ancak bugün alınan kararla hükümet ilk kez, “eşit hizmet, eşit ödeme” ilkesine doğru bir adım attı.
Düzenlemeye göre: Suriyeliler artık SGK’ya katılım payı ödeyecek.
Ödeme gücü olmayanların katkı payı geri iade edilebilecek.
Özel hastanelere doğrudan başvuru kısıtlanacak.
Ödemeler Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu’na aktarılacak.
Buraya kadar bakıldığında, düzenleme devlet bütçesinin yükünü azaltan ve sistemi daha denetlenebilir hâle getiren bir adım gibi görünüyor. Fakat Türkiye’de yaşayan milyonlarca vatandaş için asıl soru hâlâ ortada: Bu maliyetin bugüne kadar ne kadarı dış yardımlarla karşılandı? Ne kadarı halkın vergileriyle?
“Dış Yardımlar Var” deniliyor… Peki Gerçekten Var mı?
Türkiye’de yıllardır hükümet yetkilileri, Suriyeliler için milyarlarca dolarlık dış yardım alındığını sık sık dile getiriyor. Fakat sahadaki uygulamalar ve raporlar gösteriyor ki bu fonlar:
Çoğunlukla AB tarafından belirli projelere aktarılıyor,
Büyük bölümü nakit yardımı, eğitim, sosyal uyum gibi alanlarda kullanılıyor,
Türkiye’nin sağlık, güvenlik, barınma gibi doğrudan mali yüklerini tam anlamıyla karşılamıyor.
Diğer bir ifadeyle; “Dış yardımlar Suriyelileri tamamen finanse ediyor” söylemi, gerçeğin yalnızca küçük bir parçası.
Devletin sağlık hizmeti için kasasından çıkan miktar yıllardır Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ödediği vergilerle karşılanıyor. Bu yüzden bugün getirilen katkı payı uygulaması, aslında yıllardır süren bir mali adaletsizlik tartışmasının geç de olsa resmileşmiş hâli.
Türk Vatandaşına Katkı Payı, Emekliye Kuyruk, Sığınmacıya Ücretsiz Hizmet!
Bugün Türkiye’de bir vatandaş hastaneye gittiğinde:
Muayene katkı payı ödüyor,
İlaç katılım payı ödüyor,
SGK primi maaşından düzenli olarak kesiliyor,
Özel hastaneye giderse fark ücretleriyle çoğu zaman mecburen borçlanıyor.
SGK primlerini 30–40 yıl boyunca ödeyen milyonlarca insan, hâlâ ücretsiz sağlık hizmeti alamazken, Suriyelilere sunulan tümüyle karşılıksız sağlık hizmeti, toplumda derin bir rahatsızlık yaratmıştı. Bu yüzden bugünkü düzenleme, bir kesim için “gecikmiş bir adalet”, bir başka kesim içinse “sosyal uyumun zorunlu gerekliliği” olarak yorumlanıyor.
Toplumsal Algı Gerçeği Yakalıyor
Bu düzenleme çok net bir şeyi gösteriyor:
Türkiye artık “açık kapı” döneminin maliyetini sürdürebilecek noktada değil.
Göçmenlere yönelik sosyal politikalar daha kontrollü, daha sınırlı ve daha maliyet odaklı bir döneme giriyor.
Toplumdaki “eşitsizlik” algısı karar mekanizmasını etkilemeye başladı.
Bu yalnızca bir sağlık kararı değil; siyasi, ekonomik ve sosyolojik bir dönüşümün işareti.
Peki Bundan Sonrası Ne Olabilir?
Türkiye’nin göç politikası bundan sonra iki yöne evrilebilir:
Daha rasyonel, mali yükü azaltan, kontrollü bir uyum politikası
Toplumsal baskı nedeniyle giderek daha kısıtlayıcı bir göç yönetimi
Bu karar, birinci adımın güçlü bir göstergesi. Ancak toplumdaki gerilim artarsa ikinci yöne kayması da mümkün.
Türkiye 10 yılı aşkın bir süredir hem ekonomik krizin hem de devasa göç dalgasının yükünü omuzlarında taşıyor.
Emekliden memura, çiftçiden işçiye kadar herkes katkı payı öderken; bütçenin önemli bir bölümünün ücretsiz kamu hizmeti olarak Suriyelilere yönlendirilmiş olması, toplumda doğal olarak sorgulanıyordu.Bu ayrıcalıklar Türk halkını rahatsız etmiyor aslında, ama kendi halkımızın haklarının yeterince verilmemesi, bu ayrıcalıkların faturasının Türk halkından çıkması, vergi yükünün, sağlık primlerinin yüksekliği halkları birbirine düşürüyor. Bu karar bu sorgulamanın, bu “adalet talebinin” bir yansıması olarak kabul edemeyiz.
Göç politikaları değişiyor mu?
Evet, kaçınılmaz olarak değişiyor.
Peki dış yardımlar yeterli mi?
Hayır, değil.
Ve en önemlisi…
Bu ülkenin sağlık sistemi, vergisini düzenli ödeyen vatandaşları için hâlâ yeterince adil mi?
Bu sorunun cevabını hepimiz biliyoruz.
Belki de gerçek reform, bu soruya verilecek dürüst bir cevapla başlayacak.