Sabah henüz sekiz. Yaz aylarında Antalya’da yakıcı güneş erkenden gösterir kendini.

Güneş tepeye geldiğinde ayakkabılarınız asfalta yapışmamak için büyük uğraş verir.

Antalya güzel şehirdir, ama yazları sıcak bıktırır.

Bir belediye işçisi, elinde süpürge, elinde mendil sürekli alnında biriken terlerini siliyor.

Otobüs durağında yaşlı bir teyze, elinde pazar çantası nefes nefese…

Bir inşaat boyacısı, iskelede zaman zaman gölgelenmeye çalışıyor.

Ve biz hâlâ, "çalışmak iyidir" diyerek, sıcakta eriyen insanları izliyoruz.

***

Peki; soruyorum şimdi size...

Bu cehennem sıcağında çalışmak iyi mi yoksa, ihmal mi?

İspanya’da adamlar 12.00 oldu mu dükkânı kapatıyor.

Siesta var diyorlar.

İtalya’da çanlar çalıyor, herkes çekiliyor gölgeye.

Brezilya desen, samba arasında mola veriyor.

Onlar mı tembel biz mi cahil?

***

Güneşin alnında kavrulan Antalya’ya siesta gelmiyor ama,

Avrupa'da güneş görmeden siestaya yatıyorlar.

Niye?

Çünkü adamlar çalışmayı saatle değil, verimle ölçüyor.

Çünkü insanın biyolojisi var, sınırı var, canı var.

Çünkü "iş" dediğin şey terle değil, akılla yapılır.

Bizde ise hâlâ klimanın başındaki amir, gölgede oturan işçiye kızıyor.

***

Bakın sevgili yöneticiler, sevgili otel sahipleri, sevgili “tasarruf” deyip işçiye su içirmeyen zihniyet:

Bu sıcakta çalışmak; çalışmak değil, eziyettir.

***

Antalya gibi bir şehirde sabah 7-11 arası mesai olur...

Sonra herkes çekilir gölgeye…

Biraz serinlik, biraz dinlenme, biraz hayat...

16.00 gibi yeniden başlarsın.

Hem daha az elektrik tüketirsin,

Hem daha çok iş çıkar.

***

Ama yok…

Sanki “ölene kadar çalışmak” kutsalmış gibi,

Vatandaşı fırına çevrilmiş kaldırımlara mahkûm ediyoruz.

Şimdi çıkalım sokağa.

Elinde süpürge olan işçiye soralım:

“Siesta ister misin?”

Bakın ne diyor:

“Abi bana gölgede 1 saat uyku bile yeter…”

Şimdi soralım:

Siesta mı, cehennem azabı mı?

Antalya karar versin.

Not: Siesta (İspanyolca da "uyku" anlamına gelir), genellikle öğle yemeğinden sonra öğleden sonra erken saatlerde yapılan kısa bir şekerlemedir.