Siyasetle tarım arasında nasıl bir bağ olabilir? İlk bakışta uzak gibi görünse de aslında doğanın işleyişi ile toplumların yönetimi arasında şaşırtıcı benzerlikler var. Bu benzetmeler belki ilk etapta zorlama gibi durabilir; ama bir kez gözlemi derinleştirince siyaset sahnesindeki pek çok aktörün, doğadaki bitkilerle ve zararlılarla şaşırtıcı şekilde örtüştüğünü görebiliyoruz.
Mesela bir siyasi partiyi ele alalım. Kimi partiler ulu bir çınar gibidir; yıllar içinde kök salmış, gölgesi büyümüş, birçok kuşağa ev sahipliği yapmış... Kimileri ise henüz filizlenmiş, daha ne mevsim geçirmiş ne rüzgâr görmüş taze fideler. Büyüyüp büyüyemeyeceklerini ise içinde bulundukları tarla – yani toplumsal ve siyasi zemin – belirler. Tıpkı tarımda olduğu gibi, bu alanda da yalnızca tohumun kalitesi değil, iklim, toprak ve bakım da sonucu belirler.
Ama doğada olduğu gibi siyasette de sadece iyi tohumlar yok. Bazı zararlılar vardır ki, gelişmekte olan her yapının köküne işler, enerjisini emer ve geride kurumuş bir gövde bırakır. İşte bu zararlıları biraz daha yakından incelemek, aslında bize siyasi partilerde neden sürekli iç çatışmalar yaşandığını, neden bazı yapılar ayakta kalamadığını ya da neden içten içe çürüdüğünü anlatabilir.
Ayrık otu mesela… Her partide rastlayabileceğiniz, kendi kökünü derinlere salmış ve yeraltından çoğalmaya devam eden sinsi yapılar. Parti için değil, kendisi için çalışır. Ortama bir kez yerleşti mi, onu temizlemek zordur. Güçlü bir görünüm altında partinin ilerlemesini sessizce sabote eder.
Bir de ökse otu vardır. Genelde armut ağaçlarında görürüz ama ne olduğunu pek bilmeyiz. Asalak bir bitkidir. Yaşamını sürdürebilmek için başka bir ağaca tutunur. O ağaç olmazsa var olamaz. Fakat zamanla o kadar çoğalır ki, beslendiği ağacı kurutmaya başlar. Siyasette bu, partinin gücünü kullanarak yükselen ama partiye yük olan gruplardır. Parti zarar görse bile kendi çıkarını sürdürmeye devam eder. Ağaç ölürse, bir kuş vasıtasıyla başka bir ağaca sıçrar, yani başka bir partide varlığını sürdürmenin yolunu arar.
Orabanj ise daha da tehlikelidir. Uzun yıllar toprağın altında bekler, hiç varlık belirtisi göstermez. Ne zaman ki toprağa yeni bir bitki ekilir, hemen köklerine yapışır. Beslenir, büyür ve yüzeye çıkar. Ama artık çok geçtir; bitkinin sonu gelmiştir. Siyasette bu, görünmeyen ama etkili bazı yapıların, partiler güç kazandıkça ortaya çıkması gibidir. Sessizce büyür, sonra her şeyi tüketir.
Nematodlar da benzer bir tehdit oluşturur. Toprak altında yaşar, köklere sinsice sirayet eder. Bitki yaşamaya devam eder gibi görünse de içten içe zayıflar. Bir süre sonra yapraklar sararır, meyve vermez olur. Bu da partilerin alt kademelerinde oluşan güvensizlik, isteksizlik, iç çekişmeler gibidir. Görünmez ama etkisi çok büyüktür.
Bazı zararlılar da dışarıdan gelir: kurtlar mesela. Kimi meyvenin içine girer, dıştan belli etmeden çürütür. Kimisi gövdeyi deler, içeriden kemirir. Parti içindeki görünüşte 'sadık' ama aslında zararlı kişiler gibi. Eğer fark edilip müdahale edilmezse, gelişimin durması hatta ölüm kaçınılmaz olur.
Bir de külleme vardır. İklim koşulları uygunsa hızla yayılır. Tıpkı kutuplaşma, kararsızlık ya da dış baskılarla hızla büyüyen iç sorunlar gibi... Tedbir alınmazsa büyük zarar bırakır.
Tüm bu benzetmeleri bir araya getirdiğimizde ortaya çıkan tablo şu: Tarımda olduğu gibi siyasette de sadece tohum değil, ortam da belirleyicidir. Ve ne yazık ki, zararlılar sadece bitkiye değil, zamanla kendi yaşam alanlarını da yok eder. Ama bu yok oluşa rağmen kendi çıkarlarını sürdürmek için başka bitkilere, başka partilere, başka ortamlara geçerler. Onlar için önemli olan, yaşadıkları ağaç değil; onun sunduğu kaynaktır.