Antalya, öyle güzel anlatılır ki masmavi denizi, yemyeşil doğası, tarihi dokusuyla büyüleyici bir şehir. Gelin görün ki olay öyle değil. Cehennem gibi bir yüzü var…
Her sabah uyandığımda yataktan kalkmadan başlayan o hafif nemli his… Aynaya bakıyorum, yüzümde parlak bir tabaka, saçlarım şimdiden yapış yapış. Güne ‘merhaba’ demek yerine, ‘terlemeye merhaba’ diyorum. Duş alıp çıktım mı yine terli gibi hissediyorum. Sanki o suyun altında değil, buhar odasında yıkandım.
Evden çıkma faslı ayrı bir dert zaten ne giyinsek yapışıyor terden üzerimize… Tişört sırtına yapışıyor, alnından damlalar süzülmeye başlıyor. Daha markete varmadan, ‘bir duş daha almam lazım’ düşüncesi zihnine yerleşiyor.
Arabaya bindiğimizde durum çok daha kötü park halindeki arabanın içine girdiğin an fırına girmiş gibi. Klimayı sonuna kadar açıp camları indirsen de o ilk sıcak hava dalgası yüzüne çarpıyor. Direksiyon yanıyor, emniyet kemeri değdiği yerler yanıyor. Nefes alınmıyor. Zaten klima çalışıncaya kadar saçlar terden sırılsıklam olmuş durumda.
Sosyal hayat desen, o da terlemeden nasibini alıyor. Bir arkadaşla kahve içmeye mi gideceksin? Kapalı klimalı bir yer bulmak zorundasın yoksa sohbetin yarısı ter silmekle geçiyor. Akşam yemeği de ayrı dert az yemek gerekiyor.
Sabah duş, sonra ter, öğle denize, sonra tekrar ter, akşam duş, gece yatmadan önce ter... Hayatımız bir su döngüsü gibi. Sürekli bir şeylerden arınıyoruz, sürekli bir şeyleri bırakıyoruz arkamızda, sürekli bir yenilenme halindeyiz.
Yine de, "terlemekten bıktım!" feryatlarım var.