Bir gün doğarız. Tamamen hareketsiz beklediğimiz o çok uzun zamandan sonra yeni bir evreye geçiş yaparız. Olmamız gereken yere. Tırtılın kelebeğe dönüşmesi gibi dönüşerek yeni yaşam formumuza adım atarız. O uzun ve sıkıcı beklemenin, o hareketsiz uzun zamanın sonunda artık özgürüzdür.

Özgürlük sorumluluk ister, çaba ister, acılıdır da bazen. Kıpırdanmakta zorlanırız ilk etapta. Hareketsiz zamanlardan, dar dünyamızdan gelen uyuşukluğumuzun geçmesi zaman alır. Biraz kıpırdanırız. Sonra hareketsiz kalırız. Çünkü organlarımız da bizim gibi kıpırdanmayı tam olarak bilmiyordur. Hemşirenin şaplağını yemeden nefes almakta zorlanırız. O hoş geldin şaplağı nefes almakla ağlamak arasında bir şamataya dönüşür. Avazımız çıktığı kadar bağırarak ağlarız. Biz ağlarken birileri etrafımızda kahkahalarla gülmeye başlar. Hoş geldin bebek. Yeni dünyana hoş geldin.

Bu dünyada neler yaşayacağını çok iyi biliyor olmalısın ki, avazın çıktığı kadar yüksek sesle ağlıyorsun.

Sonra sağlık kontrolleri başlar. Çeşitli testler uygulanır. Algılar, motor beceriler, duyu organları yeterli mi diye. O sırada biz tutunacak bir yerler ararız. Biri elini uzattığında da rastgele tutar parmağını, sıkar da sıkarız.

Etraftakiler memnun ifadelerle gülüşürken bilmezler ki o tutunma aslında yaşamımız boyunca yapmak zorunda olduğumuz hayata tutunma çabalarımızın ilk hamlesidir.

O günden sonra bütün yaşantımız tutunma çabasıyla geçer. Tutunmak zorundayız. Çünkü tutunmazsak düşeriz. Tutunmazsak savruluruz. Boşlukta belirsiz yerlere doğru yuvarlanır gideriz.

Ta ki bir yere tutunana kadar. Birine, bir şeye, bir düşünceye, bir olaya, bir topluluğa... Hiç fark etmez. Önemli olan tek şey tutunmaktır bizim için.

Yumurtadan çıkan her canlı gibi, yeni doğan her bebek gibi, tutunacak bir yer ararken gökyüzüne kadar uzanan fasulye dalı gibi kıpırdanmalarımız hep tutunacak bir yer aramaktır.

Denize düşen yılana sarılır, derler ya. İşte o da tutunma ihtiyacımızın ifadesidir.

Uzun bir yolculuğa çıkarız bazen. Yolculuk boyunca sıcak, huzurlu evimizi düşüne düşüne ilerleriz. Geride bıraktığımız yakınlarımızı hatırlarız. Öz doğamızın bize sunduklarını özleriz. İşte bu da tutunmanın bir başka biçimidir. İlerleriz ama hareket noktamıza bağlıyızdır görünmez bağlarla. Tutunmaya devam ediyoruz.

Yolculuğumuz çok farklı yerlere ve farklı boyutlara da evrilse, geçmişteki yaşamımızı bize unutturacak ya da beğenmememizi sağlayacak kadar bizi değiştirse yine o ilk tutunduğumuz yer bir şekilde bilinçaltında tutunmaya devam ettiğimiz bir dal olarak kalacaktır.

Cephedeki bir askerin sık sık cebinden çıkarıp baktığı fotoğrafları düşünün ya da başka nesneleri... O nesne ya da o fotoğraftaki kişi kilometrelerce uzakta da olsa onun tutunduğudur.

Tutunmadan olmaz.

Sonsuz uzay boşluğunda bir tarafa doğru akıp giden gök cisimleri gibi amaçsız akıp gidemeyiz.

Bitkilerin kök salması tutunmanın en güçlü halidir. Hayvanların bir bölgeyi benimseyip işaretlemesi, sahiplenmesi de tutunmadır. Leyleklerin çok uzun yolculukları hep aynı güzergahlarda yapması, deniz kaplumbağalarının uzun yolculuklardan sonra gelip hep aynı yerde yumurtlaması, Somon balıklarının akıl almaz bir yolculuk yaparak doğduğu yere geri dönmesi tutunmanın en güçlü örnekleridir.

Yeni geldiğimiz bir kentte, ara sıra gidebileceğimiz bir yer, selam verebileceğimiz tanıdıklar, karışabileceğimiz bir topluluk ararız. Bütün bunlar tutunma zorunluluğundan başka bir şey değildir. Yeni bir işe girdiğimizde kendimizi güvende hissetmeyiz. Her an işten çıkarılacağımız hissini yaşarız. Kendimizi gösterme, görünür olma, becerilerimizi ortaya koyma çabalarımızın hepsi tutunma çalışmalarıdır.

Tutunmak belki de evrendeki en önemli iştir. Belki de var oluşun temel mekanizmasıdır. Başlarda hidrojen atomu vardı. Eğer o bir diğer hidrojen atomuna tutunmasaydı bugünkü yaşam var olabilir miydi?

Basitçe yerçekimi dediğimiz ‘kütle çekimi’ olmasaydı kim bilir evrenin hangi bölgesinde hangi galaksiden hangisine uçuşan toz tanesinden başka ne olabilirdik ki?

Makrodan mikroya her evrede tutunmak kadar önemli bir şey yoktur kanımca.

Tutunamayanların trajik yaşam öykülerini yazıyoruz. Filmlerini yapıyoruz. Çünkü tutunamayanların yapmış oldukları hataları tekrar tekrar anlatarak herkesin tutunmasını kolaylaştırmaya çalışıyoruz. Tutunamayanları dışlıyoruz. Çünkü onlardan korkuyoruz.

Yanlış yerlere tutunmak da felaketler getirebilir. Uçurumda zayıf dala tutunmak, yanlış arkadaşa tutunmak, yanlış topluluğa tutunmak, yanlış akımlara tutunmak sıkıntılı süreçler doğurabilir. Bir de şeyhin ipine tutunmak için tonla para verenler vardır. Bazen de istenmedik şeylere tutunmak zorunda kalıyorlar ne yazık ki. Bu yüzden tutunmayı öğrenmek de gerekir. Aslında gündelik yaşamımızın çoğu tutunmayı öğrenmekle geçer. Şans faktörü çok büyük yer kaplasa da tutunmayı erken ve doğru öğrenenler daha iyi bir yaşam sürerler.

Bu yüzden tutunmayı öğrenmek ve öğretmek çok değerli ve önemlidir. Şu ortalıkta dolaşan yaşam koçlarının anlattıklarının tamamını bir araya getirirseniz kendi dillerince tutunmayı öğretmeye çalıştıklarını görürsünüz. Ancak her biri küçük bir parçasını anlatır farkında olmadan. Onlara önerim şu iş dünyasındaki ‘ürün tutundurma’ konusunu biraz incelemeleridir. Onlar daha yakınlar ana konuya.

Tutunmak önemli bir iştir. Bütün yaşamımızda işimiz gücümüz tutunma çabasıdır ama biz bunun farkında değiliz.