İşçi Filmleri Festivali’nin Antalya ayağı bu yıl da alternatif sinemanın sesi oluyor.20 yıldır süren bu gelenek, yalnızca bir sanat etkinliği değil, aynı zamanda sınıf mücadelesinin, emeğin onurunun beyazperdedeki yankısı.
Az zaman dilimi değil bahsedilen, yirmi yıldır İşçi Filmleri Festivali, yalnızca sinema perdesine yansıyan karelerden ibaret olmayıp, bir sınıf mücadelesinin, emeğin onurunun ve dayanışmanın sanatla buluşmuş hali. Ana akım salonlarda yer bulamayan, gişe kaygısı taşımayan, ama hayatın tam ortasından konuşan filmler…
İşte bu festival, tam da bu yüzden halkın festivali.
Bu yıl Antalya seçkisinde 42 yapım ücretsiz olarak seyirciyle buluşuyor. Kimi kısa, kimi uzun, kimi belgesel… Ama hepsinin ortak yanı, görünmeyeni görünür kılmak, sesi kısılana ses olmak. Baküs Sahne’den Bilgece Kültürevi’ne, Halkevi’nden Kadın Danışma Merkezi’ne kadar kentin farklı mekânlarında gösterilen filmler, aslında birer buluşma noktası. Ancak bu yıl festivalin gala gecesinde verilen “Dayanışma Plaketi”, Antalya’nın kültürel belleğini savunma mücadelesiyle birleşerek çok daha derin bir anlam kazandı. Festivalde, kentin kültürel belleğini savunmak için bir araya gelen 51 sivil toplum kuruluşundan oluşan, Temmuz 2025’te alınan yıkım kararının ardından kurulan Müze Çalışma Grubu, “Dayanışma Plaketi” ile onurlandırıldı. Bu grup aylarca süren eylemleriyle Antalya’nın belleğini savundu. Attalos Meydanı’nda yapılan oturma eylemleri, basın açıklamaları ve Antalya Arkeoloji Müzesi önünde nöbetler, bir binayı değil, binlerce yıllık bir hafızayı koruma çabasıydı. 14 Eylül’de başlayan yıkım süreci 17 Eylül’de tamamlandı, ama bu direniş kentin tarihine kazındı. Arkeolog Prof. Dr. Gül Işın’ın plaket töreninde söylediği gibi: “Bu plaket sadece bize değil, Antalya’nın belleğine ve mücadelesine verilen bir değerdir.” Antalya’nın belleği yalnızca bir müze binasından ibaret değil. Bu şehir, binlerce yıldır kültürel mücadelelerin sahnesi oldu ve tarihsel çizgide pek çok kültürel mücadele verdi. Antik Çağda Attalos’un kurduğu Attaleia, Roma ve Bizans dönemlerinde bir liman kenti olarak kültürel çeşitliliğin merkeziydi. Aspendos Tiyatrosu’nda yankılanan sesler, bugün hâlâ kentin kültürel kimliğinin parçası. Selçuklu ve Osmanlı Döneminde Antalya, Selçuklu sultanlarının kışlık merkezi, Osmanlı döneminde Teke Sancağı’nın kalbiydi. Camiler, medreseler, hanlar ve hamamlar, kentin belleğine kazınan yapılar oldu. Cumhuriyet Döneminde Antalya, turizmle birlikte modernleşirken aynı zamanda kültürel kimliğini koruma mücadelesi verdi. Yörük kültürü, halk dansları, el sanatları ve mutfak gelenekleri bu belleğin canlı parçaları oldu. Yakın Dönemdeyse 1990’lardan itibaren kentte yükselen AVM’ler, oteller ve rant projeleri, tarihi yapıları ve kamusal alanları tehdit etti. Kaleiçi’nin korunması, Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkımına karşı verilen mücadeleler, kentin belleğini savunma çabalarının örnekleri hala hafızalarda. İşçi Filmleri Festivali ile Müze Çalışma Grubu’nun mücadelesi aslında aynı damarda buluşuyor: unutmaya karşı hafıza, sessizliğe karşı söz, yalnızlığa karşı dayanışma. İşçi filmleri festivali kent belleğinin ortak damarı oldu bu sene. Festival, ana akımda yer bulamayan filmleri halka ulaştırarak görünmeyeni görünür kılıyor. Müze savunucuları ise yıkılan bir binanın aslında bir hafıza mekânı olduğunu hatırlatıyor. İkisi de aynı soruyu soruyor: “Bir kentin belleği olmadan, geleceği olabilir mi?”
Antalya Halkına Çağrı!
Antalya’nın belleği, yalnızca taşlarda, arşivlerde ya da müzelerde değil; halkın hafızasında, direnişinde, dayanışmasında yaşıyor. İşçi filmleri bu belleği perdeye taşıyor, müze savunucuları meydanlara. Bugün Antalya halkı, bu festivale sahip çıktıkça kendi belleğine de sahip çıkmış olacak. Çünkü işçi filmleri yalnızca işçilerin değil, tüm toplumun hikâyesini anlatıyor. Müze direnişi yalnızca bir binayı değil, kentin ruhunu savunuyor. Ve belki de en önemlisi; Belleğini koruyan kent, geleceğini de koruyabilir.