Bir zamanlar Antalya’ya gidenler, “deniz mi daha mavi, portakal çiçeği mi daha güzel” diye tartışırdı.

Şimdi tartışma başka: Kirayı mı ödeyeyim, yoksa arabayı mı satayım?

2015’te en ucuz ilçe olarak gösterilen Kepez’de bir 1+1daire için ömrünü ipotek etmezdin. Şimdi ömrünü satsan yetmiyor.

Bir anda her yer emlak ofisi oldu. Çünkü 2022’de savaş çıktı, Rus da Ukraynalı da bavulunu alıp Lara’ya, Konyaaltı’na aktı.

Sokak tabelaları bile Rusça oldu, market rafları votkayla doldu.

O dönem Antalya sahilleri sığınak oldu, fiyatlar roket gibi fırladı.

Kira mı? O yıl 5 bin olan daire aniden 20 bine çıktı.

Sebep belli: Talep patladı, biz de “yabancıya hoş geldin, yerliye geçmiş olsun” dedik.

Çünkü burası Türkiye… fırsatçılık adeta milli sporumuz.

Sonra ne oldu? Devlet mahalleleri “kapatmaya” başladı, ikamet izinleri zorlaştı. Rus da, Ukraynalı da bavulunu toplayıp başka cennetlere uçtu.

Antalya’da hâlâ 32 bin Rus, 13 bin Ukraynalı var deniliyor ama bunların bir kısmı gitti, gitmeye de devam ediyor.

Peki fiyatlar indi mi? Yok… Çünkü bizde fiyat tek yönlüdür, zam gelir ama geri dönmez.

Satıcı hâlâ “Rus gelecek” diye bekliyor.

Gelmiyor ama bekliyor.

Antalya’da emlak balonu hâlâ havada. Sönüyor mu? Evet. Patlar mı? Belli değil.

Ama kesin olan bir şey var: Bir zamanlar tatil cenneti dediğimiz şehir, bugün yatırımcı cenneti.

Ve cennet pahalı kardeşim.

Peki sosyal hayat?

Antalya’nın eski mahallelerinde komşuluk vardı, şimdi komşunun kim olduğunu bilmiyorsun.

Eskiden pazarda “taze portakal var” diyen teyze, şimdi “dolar kaç oldu” diye soruyor.

Çocuklar eskiden sahilde uçurtma uçururdu, şimdi sahilde “Rusça menü” arıyor.

Bu şehir, bir kartpostal gibiydi. Şimdi borsaya dönüştü.

Ama hâlâ bir umut var:

Bir gün deniz yine mavi olur, portakal çiçeği kokusu yine baskın çıkar…

Ama önce biz, memleketin “rant” kokusunu bastırmayı öğrenmeliyiz.