Alfabemizin 28 inci harfidir Y... Çok tatlıdır Y ile başlayan kelimeler, cümleler...

Örnek mi; YAŞAMAK...

Bir ülkede yolsuzluklar çoğalmakta, yoksulluk tüm kesimlerce hissedilmekte, yasaklar artmakta ve mücadele edilemeyecek boyutlara tırmanmakta ise, o toplumda yozlaşma başlar...

Yüzsüzlük de alır başını gider. Bu cümlelerin başını da Y çekiyor... Y'nin tertemiz kalması için her biriyle mücadele edilmelidir... Bunun için de, yürekli, güçlü, kişilikli bireylere ihtiyaç duyulmaktadır... Batıl inançlara tutunmak ya da mistik büyüsellere yamanmak, hiç üretmeden, totemler yaparak kolay kazanımlar elde etmeye yönelmek, kendine uğur, karşı tarafa uğursuzluk getiren şekil ve biçimlerle uğraşıp, yaşamın gerçeklerinden uzaklaşmak...

Biraz menfaat elde etmek için birilerine iyi görünmek, yaranmak... Kulağa hoş gelen durumlar olmasa gerek!!! Çok basit bir anlatımla, kırılan kolumuz için ortopedi doktorundan yardım ve destek almak gerekir. Üfürükçüden medet ummayı tercih etmeyiz değil mi?

Ancak;

Afette, cinayette, bedel ödeten her kötülüğü, sebebi sonucu can yakıcı olsa da dualarla, şükrederek kabulleniyoruz. Birkaç paragrafa sığmayacak kadar fazla sayıda detay verebilirim. İnsanımıza mahsus bu tür sorunsalları hepimiz görüyoruz. Ne acı ki, birçoğu çabucak ve gönüllü olarak sığınılan tuhaf alışkanlıklarımız...

Yüzleşemeden, ders almadan, önlemeye çalışmadan yuvarlanıp gidiyoruz. Maalesef; yaşanası evrenin aydınlığa koşan kesiminde sık görünmeyen benzer arızalı ve sıkıntılı haller topraklarımızda her gün misliyle yaşanmakta!... Depreme dayanıklı ev yapmayız. Fay hattını yerleşim bölgesi ilan eder ve konutlar inşa ederiz. Sonra da; yok olan yüzlerce, binlerce canın ardından yaradılışa uygun bahaneleri içeren yakarışlarla ağlar ve şükrederiz.

Yangın merdivenin yoktur, çatıdan çarşafa tutunarak kurtulmaya çalışırız... İçeride kalır yanarız, yukarıdan atlar, sakat kalırız ya da yaşama veda ederiz...

Yatalak kalsak da mezarımızın başında anma yapılsa da şükür dualarıyla ödüllenir, ödüllendiriliriz...

Heyelan bölgesi olarak bilinen, imar iskan değerlendirmesine tabi tutulan ve yapılanma olmaz şerhi düşülen yamaca, bayıra, vadiye evler yaparız. Yığınla toprağın altına zamansız girmeyi ellerimizle, binbir emekle sağlarız...

Irmak ya da çay yatağına evler inşa eder, mahalleler kurarız... Baskın olur eşyalarımızla, ineğimiz, tavuğumuzla, atımız, arabamızla azgın sular arasında kayboluruz... Kurtulanla sevinir, şükreder, cesedi bile bulunamayanlara kaderinde bu da varmış der, ağlarız...

Ormanlara çok sıcak ve kuru havada ya nefes alabilmek için koşarız, mangal keyfi yapmaktır asıl amacımız ya da sözüm ona mikrop öldürme maksatlı tarla verimliliğidir düşüncemiz anız yakarız...

Bilmem kaç bin futbol sahası genişliğinde alan sayemizde kaybolur gider, hem yüzbinlerce ağacı hem de milyonlarca canlıyı yok ederiz...

Sonra da kova kova su atıp, yangın uçağı geç geldi diye ağlarız. Kurtarabildiğimiz kapkacak için seviniriz... Ne bileyim işte, “buyuz biz!!! Hayatı tespih yapıp sallıyoruz, birçok hayati konuyu da es geçiyoruz.

Maalesef gelişmeyen ve çağın koşullarını yakalamada zorluk çeken toplumlarda böylesi uydurukluklar çok daha fazla görülüyor... Futbol yaşamımda şahit olduğum sihir ve büyülerden bahsederek yazıma çeşni koyayım. Vallahi totem ile maç kazandığını iddia eden antrenörleri gördüm. Sağ ayağı ile sahaya adım attığı için oyun kaybetmediğine kendini inandıran sporcu tanıdım. 35 derece sıcak havada oynanacak maçta oruç tuttuğu için gol yemeyeceğini savunan kaleci,

devre arasında iki sigara içip oyuna devam eden ve iki gol atacağını söyleyen hücum oyuncusu, sporcum oldular... Bu ve benzeri ritüellerin küçük yaşlarda başladığı kesin!

Günümüzde de yüksek yüzdeli oranda karşılaştığımız bu alışkanlıkların, aileden çocuğa geçerek devam ettiğine de şahit oldum. Toplumumuzda, bu tür inanışlarla yaşamına yön veren birçok insan da var... Savaş açalım demiyorum. Yozlaşma yaratacak alışkanlıklardan vazgeçilmeli uyarısında bulunmak istiyorum. Yıllar boyu; At Nalı'nın uğur, Ayna Kırılması'nın uğursuzluk getirdiğine inandık, inandırıldık...

Merdiven altından geçmenin, aramızdan kara kedinin geçmesinin uğursuzluğunu kabullendik... Mezarlıktan geçerken nefesini tutanlara da, gece ıslık çalana, tırnak kesene de günah diyenlere rastladık...

13'ün uğuru ya da uğursuzluğu ile yapay gündemler oluşturduk. Dört yapraklı yonca gördüğümüzde neredeyse yeni çağı keşfetmiş gibi sevindik... Gökte yıldız kaydı, gördük hemen dilek tuttuk, "yarın zaten yaşanacaktı" ve yaşandı... Paye vermeye de gerek yoktu. Üçüncü boyuta geçmiş gibi huzura erdik adeta havalandık... Fala da inandık, büyüler de yaptırdık. Hatta olmuyordu çocuğumuz, fal ile doğdu... Böyle gitmemeliyiz!

Cahil bırakılmamalıyız ve cehaletin temsilcilerine karşı duruş sergilemeliyiz. Uyduruk kişilere, gereksiz tabir ve hurafelere kulak vermemeliyiz... Yalan, dolanla kazanma üzerine planlar yapanlara tavır koymalıyız. Onlarla ortaklık kurmamalıyız...

Bir zamanlar dünyamızda tanrılara vekalet eden firavunlar varmış. Güçlü ve hükümranmışlar…

İbrahim'i ateşe attıran Nemrut yaşamış, bu kral herkese acı çektirmiş... Yakın geçmişe imza koyanlar da unutulmaz ama biraz daha gerilerde Mussolini, Hitler yaşamış, gelmiş ve geçmişler yeryüzünden...

Bunlar; işaret ve sembolleri ile anılmıyorlar artık! Yaşattıkları zulümler üzerine yazılan kitaplar rafları dolduruyor.

Yüzlerce kez basımı gerçekleşmiş eserleri okumalıyız... Eğitime önem vererek, sosyokültürel açıdan gelişerek, değerlerimizden bizlere kalan mirası koruyarak, kirli olan her Y ile mücadele ederek, hayâl aleminde değil gerçek yaşam koşullarında ses getirecek şekilde yürümeliyiz.

Saygı, sevgi, yüreklerimizde sürekli büyüsün. Dayanışma, paylaşım duygusu gönlümüzde hep artsın. Hoşgörünüz ise hiç eksilmesin.

Sağlıklı ve mutlu YAŞAYALIM...