Gerçeğin peşinde bir medya hayal ediyorum. Bir de hukuku üstün tutan bir yargı.

Bunun için hem cesur hem de namuslu olan ‘gerçek’ insanlar bulmamız gerekiyor. Bu günlerde ortalık naylon insanlarla doluyken onları mumla arıyoruz.

Yüzlerce gerçek insanın ‘Ben! Ben!’ diye öne atılmak istediklerini, ancak bir an etraflarına bakarak hapsoldukları suskunluk sarmalına dönüp utanç içinde yerlerine oturduklarını görüyoruz.

Ekranlarda ve makamlarda sandalye kapmış soru hırsızı, sınav madrabazı sahte diplomalı bazı sahte insanlar ise bir an korkuya kapılıp kıpırdanıyorlar. Yüzleri bembeyaz oluyor. Programdan çıkınca eve de uğramadan uçağa binip İngiltere’deki villaya ya da Dubai’deki rezidansa kaçmayı düşünüyorlar belki de. Sonra bir de bakıyorlar ki, gerçek diplomalı gerçek insanlar konfor alanlarını bozmuyorlar. Gelen yok, giden yok. Öyleyse devam...

Gittiği yere kadar...

Haliyle her şey bildiğiniz gibi memlekette. Batı cephesinde ve doğu cephesinde yeni bir şey yok. Asayiş berkemal...

Peki, gerçekten öyle mi? Yaşamımız güllük gülistanlık mı? Halkımız mutluluk, zenginlik, huzur ve güven içinde mi yaşıyor? Eğitim, sağlık, güvenlik, adalet, ticaret işleri tıkır tıkır yürüyor mu?

Bu soruların yanıtları muallak. Çünkü medyanın çok büyük bir kısmına göre; dünyanın en güçlü, en zengin, en büyük ülkesiyiz. Herkes bizden tırsıyor. Üstüne bir de kıskanıyorlar.

Öyle bir heyecanla anlatıyor ki sahte gazeteciler, şarlatanlar, troller; on dakika maruz kalsan tok zihinle aç karınla yatağa girersin. Büyük yalanlar havalarda uçuyor. Öylesine büyük ki yalanlar; inanmamak mümkün değil. Ayıp olur inanmasan.

Bu durumda halkın bir kısmı medya propagandalarıyla halinden memnun olmasa da memnunluğa mahkum. Hani şu sokak mikrofonuna konuşan amca vardı ya. Tam onun anlattığı gibi.

Hatırlayalım:

“... Memlekette her şey var, nankörlük etmeyin. Bu üstümdeki ceketi çöpten aldım. Memlekette işler kötü olsa böyle ceket çöpe atılır mı? ...”

Olası diyaloğumuz şöyle devam edebilir:

“E amca, memlekette işler iyi olsa çöpten ceket alıp üstüne giyer misin? Gider mağazadan alırsın.”

“Sana ne kardeşim? Çöpten giyinmek benim hobim. Zaten siz de vatan haini terörist olmasanız hükümetin açığını aramazsınız.”

Der mi? Der. Dediler zaten malum çizgili tişörtlü dayılar.

İşte bu dayılar gönüllü mağdurlar. Karınlarını propaganda çorbası ile doyururlar. Algı reçeli olmayan kahvaltı sofrasına oturmazlar.

Diğer kesime göre ise işler çok kötüye gidiyor. Onlar da ikide bir kapatılan, RTÜK cezalarıyla boğuşan birkaç medya kuruluşunu izliyorlar her gün. Endişeliler sürekli.

Bir bakıyorlar; ülkenin elektronik devlet sistemine sızan korsanlar herkesin her türlü bilgisini verisini gerisini ele geçirmişler. Yetmemiş bir daha girmiş kalanları da almışlar. Ana adı, baba adı, pasaport bilgileri, banka hesapları, adresleri, araç plakaları derin webde satışa çıkarılmış. Sorumlular da ıslık çalarak geziniyorlarmış ortalıkta.

Bir bakıyorlar; özel hastaneler bebeklerin tedavisini uzatıp hatta öldürüp devletten büyük paralar alıyorlarmış. Yenidoğan çetesi diye adları konulmuş. Onlarca mağdur aile ne yapacağını bilmez bir şekilde oradan oraya koşuşturuyorlar. Pervasız çete üyeleri bu insanlık suçunun peşine düşen savcıya adam gönderip tehdit ediyorlar. Sorumlular pişkin pişkin ıslık çalmaya devam ediyorlar.

Bir başka gün yeni bir şok yaşıyor insanlar. Otelde yangın çıkmış. Her tarafı ihmallerle ve aptallıklarla dolu bir olayın sonunda 36’sı çocuk 78 kişi hayatını kaybetmiş. İnsanlar "panik içinde" binadan atlayarak yaşamını yitirmiş. 51 kişi yaralı. Sorumlular algı peşinde. İstifalar bekleniyor. Çok beklersiniz. Pişkin pişkin ıslık çalarak suçu atacak birileri aranıyor etrafta.

Bir bakıyorlar; Deprem oluyor, bir düzensizlik, bir organize olamama gırla gidiyor. Halk kendi organize oluyor, onlara da türlü zorluklar çıkarılıyor. İnternet kapatılıyor. İletişim engelleniyor. Şov peşindeki gruplar kurtarma çalışması yapanlara engel oluyorlar. Her tarafı ihmal, her tarafı rezillik. İstifa yok, utanma yok...

Bir bakıyorlar; ormanlarımız yanıyor. Çoğu yerde insaf edip sönene kadar köylümüz, kasabalımız elleriyle söndürmeye çalışıyor yangını. Yangın söndürme uçağımız, helikopterimiz var mı yok mu belli değil. Canlarımız gidiyor. Ağaçlarımız, otlarımız, börtü böceklerimiz, daha büyük çeşit çeşit hayvan dostlarımız cayır cayır yanıyor yaşlı gözlerimizin önünde. Ne yeterli müdahale ne de yeterli açıklama var.

Bir bakıyorlar; liseye geçiş sınavında bir grup alçak önceden soruları alma ayrıcalığı kazanmışlar. Bir de satıp para kazanmışlar sınav sorularından. Olmayacak yerlerde olmayacak sayıda başarı sağlanıyor. Zaten başarılı olan öğrenciler de vasat puanlar almışlar. Sorumlular ıslık çalmaya devam ederken itirazın sesi biraz gürleşince istifa etmesi gereken bakan çıkıp insanlara hakaret ediyor.

Üniversite sınavları desen her zaman şaibeler konuşulur zaten. Olan olduğuyla, yapan yaptığıyla kalır.

Bir bakıyorlar; yüzlerce kişi sahte diplomalarla devlet kurumlarına girmiş çalışıyor. Profesör mü ararsın, İmam mı ararsın, Öğretmen mi ararsın, Doktor mu ararsın... Hatta sahte savcı ve sahte başkomiser bile varmış memlekette.

Cezaevindekileri çıkarmak için yüksek meblağlı dolarların havada uçuştuğu, bilinen medya trollerinin bu işlere aracılık yaparak milyonları cebe indirdikleri manşetlere çıkıyor.

Yaz yaz bitmez. Siz olsanız endişelenmez misiniz?

Elbette insan olan, yurtsever olan, biraz sorumluluk duyan herkes ülkede olup biten bu işleri gördükçe endişelenir.

Bütün bu işlerin bitmesi için kilit noktada medya ve yargının bulunduğunu hepimiz biliyoruz. Bu yüzden sürekli medya ve yargıya ‘Aman dikkat!’ diyoruz. Bütün bu işleri çözecek olan gerçeğin peşinde koşan medya ile bağımsız yargıdan başkası değildir. Bu iki noktada işler olması gerektiği gibi yürümeye başlarsa bütün bu kabuslardan kısa sürede kurtuluruz. Ülkemiz yeniden güçlenir. İşler iyiye gider ve insanlar mutlu olur.

Peki, bu bahsettiğimiz medya ve yargı işi nasıl olmalı?

MEDYA

Medya gerçeğin peşinden kararlılıkla koşup elde ettiği bilgi ve bulgularla çıplak gerçeği halka sunmalı.

Medya patronu; basın emekçisi kökenli olmalı. Başka bir iş yapmamalı. Hiç kimseye eyvallahı olmamalı. Ricayla, emirle kayırmayla haber yapılmasının ya da görmezden gelinmesinin önüne geçilmeli. Basın Etik İlkelerini ihlal eden patronun izinleri elinden alınmalı. İşten men edilmeli. İşini düzgün yapan medya patronuna dokunulmamalı, rahatsız edilmemeli.

Yazı işleri çalışanları; hükümetten, otoriteden, RTÜK’ten, cezaevinden değil, haber alma hakkı bulunan halka karşı görevini layığıyla yerine getirememekten ve basın etik ilkelerini ihlal etmekten korkmalı.

Muhabiri; özgürce her yerde araştırma yapmalı, her türlü soruyu sorabilmeli, olayların arka planlarını korkusuzca araştırabilmeli ve gerçeği ortaya koymaktan çekinmemeli. Kurum ve kuruluşlarca önleri açılmalı ve kendilerine yardımcı olunmalı.

Medyada yandaş-muhalif ayrımı olmamalı, ilanlar herkese adil paylaştırılmalı.

YARGI

Yargı, evrensel hukuk ilkelerini gözeterek yasaları gerektiği gibi korkusuzca uygulamalı. Taviz vermemeli.

Yargı mensupları korkmamalı, geçim sıkıntısı çekmemeli, sürülme korkusu ve gelecek kaygısı taşımamalı.

Savcı: Cumhuriyet’in varlığını ve devamlılığını korumak; mağdurların hakları için suçların ve suçluların üzerine gitmeli. Kamu vicdanını rahatlatacak araştırma ve soruşturmalar yürütmeli. Suçluların korkulu rüyası olmalı.

Yargıç: Önüne getirilen davaları en iyi şekilde inceleyip hukuku uygulamak için gerekli her şeyi bir araya getirip hukukun üstünlüğünü, yasaları ve vicdanı en öne alarak kararlarını vermeli.

Avukat: Savunmanın kutsallığını, insan haklarının değerini bilerek işini yapmalı.

Yargı mekanizması çelik gibi olmalı.

‘Geciken adalet, adalet değildir’ ilkesi doğrultusunda olabilecek en kısa sürede karara bağlamalı davaları. Tüm tarafların hakları da gözetilerek verilmeli kararlar.

Mübaşirinden katibine, Bilirkişisinden ceza infaz kurumlarındaki gardiyanlarına, güvenlikçisinden temizlik işçisine kadar tüm yargı emekçilerinin hem seçiminde hem de özlük haklarında ciddi iyileştirmeler yapılmalı.

Yargının en büyük yardımcıları, bir anlamda eli ayağı olarak kolluk kuvvetleri (Polis, Jandarma, Sahil Güvelik, Gümrük Muhafaza, İnfaz Koruma Memurları) moral, motivasyon ve özlük hakları bakımından iyileştirilmeli ve güçlendirilmeli.

Mağdurlar, başvurucular, şikayetçiler, şüpheliler haklarının korunacağına şüphesiz inanmalı.

Aracılar, ricacılar, tanıdıklar etkili olmamalı kararlarda. Adliye çevresindeki çay ocakları, yakındaki yalancı şahit kahvehaneleri kapatılmalı. İş takipçileri uzak tutulmalı adliyelerden.

Yargıya rüşvetle gelene deli gömleği giydirilmeli.

Adliyelere iş sahiplerinin ulaşımı ve erişimi kolaylaştırılmalı; adliyeler etrafına konulan beton bariyerler kaldırılmalı. Adliye binalarının yaşam alanları iyileştirilmeli.

En önemlisi ise; yargı tam anlamıyla bağımsız olmalı.

Gerisini siz getirin.

NEDEN YARGI VE MEDYA

Yargı ve Medya gerçek anlamda çalışır ve işini yaparsa diğer kurumlar ve kuruluşlar da yanlış işlere bulaşamaz. Medyanın kamerasını, Savcının silahını ve Yargıcın tokmağını ensesinde hisseden çoğu suçlu bu işlere bulaşmaktan vazgeçer. Bu yüzden ısrarla Yargı ve Medya diyoruz.

Bir yandan yüceltmeye çalışsak da; şu an görevde olan yargı ve medya mensuplarına da sorumluluklarının ne kadar büyük ve önemli olduğunu hatırlatmakta yarar var.

Unutmayınız; ne gazetecilikten ne de yargı mensupluğundan emeklilik yoktur. Emekli olup köyünüze de yerleşseniz, ölüp gitseniz de sizler toplumun gözünde ve dilinde Yargıç Hanım, Savcı Bey, Gazeteci Hanım, Yazar Bey olarak kalacaksınız. Bu çok büyük bir sorumluluktur. Halk sizden adil ve namuslu olmanızı bekler. Çünkü mesleğinizin gereği budur.

Basın emekçilerinin ve yargı emekçilerinin güvenliklerinin sağlanması kadar özlük haklarının iyileştirilmesi de çok önemlidir. Destekleyici unsur olarak yetkililerin bu konularda etkili düzenlemeler yapmaları gerekir.

Nasıl başlamıştık?

“...Gerçeğin peşinde bir medya hayal ediyorum. Bir de hukuku üstün tutan bir yargı...”

Hayal işte…

Ya gerçek olursa?..

O zaman ne güzel olur ülkem.

Yozgat’ın dağlarında lavanta tarlalarında gezinir aşıklar.

Yüksekova’da bir uçurumun kenarında uzak bir vadide kıvrılarak akan coşkun nehri izler gezginler.

Çoruh nehrinin çılgın sularında rafting yapmayan üniversiteli kalmaz.

Uludağ sadece eski ‘Türk Filmleri’nde zenginlerin gidip kayak yaptığı bir yer olmaktan çıkar.

Antalya’ya tatile gelecek Ankaralı gençler para hesabı yapmadan atlar bir arabaya, Akdeniz’in maviliklerine doğru yola çıkar.

Ege kıyılarındaki antik kentleri yalnızca belgesellerde izlemez Erzurumlu öğrenci. Gelir gezer, yaşar o güzelim tarihi tam yerinde.

İstanbul’a gitmek ve gezmek için bir akraba evi aramaz kimse. Gider parasını öder, en iyi otelde kalıp en iyi hizmeti alır.

Hiç kimse telefonuna gelen mesaja tıklamaya korkmaz, ‘dolandırılır mıyım, virüs mü gönderdiler’ diye.

Bir anne çocuğunu okula gönderirken endişelenmez, ‘başına bir şey mi gelir’ diye.

Kazıklanma korkusuyla bir lokantaya oturmaya korkmaz turist çift.

İş bulabilecek miyim endişesi ortadan kalkar ülkemde. Evlenmeye korkmaz genç sevgililer parasızlıktan. Bir araba sahibi olmanın neredeyse olanaksız olduğunu düşünmez insanlar. Ev almak hayal olmaktan çıkar. İş kurmak kolaylaşır. İşçi almaktan korkmaz girişimciler.

Yetişmiş beyinlerimiz bizi bırakıp gitmezler dünyanın öbür uçlarına. Gitseler de kısa zamanda dönerler gönül rahatlığıyla.

Hiç kimse ben ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyorum deme gereği duymaz. İnsanlar olanakları arttıkça daha neşeli, daha huzurlu ve uyumlu bireylere dönüşürler. Daha üretken olurlar. İşler iyiye gider. Her yerine bahar gelir memleketin. Daha neler neler olur... Bir bilseniz.

Olmaz demeyin. Medya ve Yargı iyi işlerse tüm kurumlar ardı sıra gelirler. Yolsuzluk, arsızlık, hırsızlık kalmaz. Verimli Anadolu toprakları hepimizi zengin eder.

Yeter ki doğru olanı yapalım. Gerçeği ve hukuku baş tacı yapalım.